İnsan.. 3,5 milyar yıllık canlılık tarihinde Dünyanın hem en basit hem en karmaşık canlısı... Kimi çalışmaya göre 100 trilyon kimi çalışmaya göre 45 trilyon hücremiz var. Hücre sayımızdan emin olamasak da emin olduğumuz bir şey var. O da hücre sayımızdan çok daha fazla sayıda bakteri barındırdığımız. Ve bu bakterilerin ruh halimize, ten rengimize, kararlarımıza ve hatta kokumuza bile etki ettiği… Yani Yunus’un dediği gibi “bir ben var benden içeri” hadi gelin bunu beraber inceleyelim.
Neden böyle bir giriş yaptım çünkü bugün yaşadığımız onca sağlık sorununun, onca mutsuzluğun sebebi doğadaki ve doğamızdaki muhteşem dengeyi bozmamız. Fosilleri incelediğimizde görüyoruz ki milyonlarca yıl geçse de atalarımız ile bizlerin bağırsak florası neredeyse aynı. Onca yıllık sistem aynı ancak artık sistemde işlenenler değişti. Hal böyle olunca da bizde işler değişti.
İlk olarak canlılığın ana kaynağı topraktan bahsedelim. Raporlara göre toprağın 1 hektarında 2 ton canlı yaşıyor. Bu, toprağın 1 gramında 600 milyon canlı var demektir. Ancak biz genetiği değişmiş tohumlar, kimyasal gübre, haşere ilaçları, zararlı otlar için ilaçlar kullanınca bu denge şaşıyor. Doğayı öyle bencilce kirlettik ki, karnımızı değil canımızı doyuran toprak verimsizleşti. Artık 1940’larda portakal yiyen biri kadar C vitamini, 1925’teki roka yiyen biri kadar magnezyum almıyoruz. Almayalım ne var diyemiyoruz çünkü hava kirliliği, stres, iş yükü ile savaşta bu vitamin ve mineraller bizim şarjörümüz. Yani bedenimiz toksik yükü dengelemek ve çalışmak için vitamin ve mineralleri kullanıyor. Durumun önemini anlamak için bir örnek vermek istiyorum. Bugün yenidoğan bir bebeğin göbek kordonunda 287 tane kimyasal tespit ediliyor. Yani bebek dünyaya toksik kirlilikle geliyor. Oysa ki toksinler sağlık sorunlarına zemin hazırlıyor. Peki, vücut bunlarla baş edemiyor mu? Aslında vücudumuzun detoks sistemleri var ancak topraktan bu sistemleri destekleyecek besin maddeleri alınamayınca, sistemi de tam çalıştıramıyoruz. E bari mâruziyetimizi azaltalım dediğinizi duyar gibiyim ancak o da pek mümkün değil. Sabah kalktığımızda dişlerimizi fırçaladığımız macundan, evimizi sildiğimiz yer temizleyiciye, saç boyamızdan cilt nemlendirimize kadar her yerde toksinler mevcut. Eskiden leblebi üzüm vardı şimdi markette elimizi attığınız çoğu bisküvide, çikolata, meyve sularında, sakızlarda hatta kimi zaman hazır çorba, konserve ve turşularda bile nişasta bazlı şeker, tatlandırıcı gibi zararlı maddeler var. Bu ürünler en çok büyüme ve gelişme çağındaki çocuklar tarafından tüketiliyor. Çocuk büyürken doğası değişiyor. Hatta kimi zaman öyle değişiyor ki erken ergenlik, gelişme geriliği gibi iki uç sağlık sorunu gençleri tehdit ediyor.
Peki bu kadar mı? Artık hareketlerimiz azaldı. Oysa atalarımız yaşamak için hareket etmek zorundaydı. Bedenimiz hareket etmek üzere tasarlanmışken klavyenin tuşuna zor dokunan, her yere araba ile giden bir nesil haline gelince haliyle iç dengeden sorumlu hormonlar da şaşırdı. Bugün neredeyse herkeste D vitamini eksik çünkü güneş görmüyoruz. Görsek de o D vitaminini bedenimizde işleyecek kadar hareket etmiyoruz. Oysaki ki D vit eksikse depresyon da kilo sorunu kapıda...
Ruhen ve bedenen yanlış beslenme, çevresel toksinler, kapalı ortam ağırlıklı bir yaşam ve kronik stres ile vücudumuzu sürekli tetikte yaşamaya alıştırdık. Elimizde maalesef kalp damar hastalıkları, diyabet, depresyon, otizm, dikkat bozuklukları, kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji gibi pek çok rahatsızlığın içerisinde yer aldığı oldukça kabarık bir listeye aday olmak kaldı.
Hastalık ya da fazla kilo bedenin bize mesajıdır. Bende yanlış giden bir şeyler var beni duy demesidir. Bedenimizle savaşarak değil ancak anlaşarak yol alabiliriz. Şimdi bedeni duyma ve iyileştirme zamanı...
Doğamıza nasıl döneriz?
Öncelikle bu kadar umutsuz cümleden sonra güzel bir cümle ile başlayalım. Çalışmalara göre sağlıklı yaşam biçimi ile insan ömrü ortalama 120 yıla kadar uzayabilir. Dünyanın en uzun ömürlü insanlarının yaşadığı Okinawa Adasında insanlar 70-80 yaşlarına genç yaş diyor. Yine uzun ömürleriyle tanınan Hunza Türkleri 60’lı 70’li yaşlarında hamile kalabiliyor. Hatta 100-110 yaşlarında diş çıkarıyor. Sizce programında ölmek olan bir canlı o yaşta diş çıkarır mı? 100 küsur yaşında çıkan dişler bize bedenimize iyi bakarsak daha gidecek yolu olabildiğini gösteriyor.
En uzun ömürlü coğrafyalara bakıldığında çok az et (genellikle balık) yedikleri, sigara içmedikleri, az miktarda yemek tükettikleri, çok az yağ ve rafine şeker tükettikleri, stresi ilaçla değil, meditasyon ve sosyal ilişkiler ile yönettiklerini görüyoruz.
Yani besinler ve beslenme alışkanlıklarımız, seçtiğimiz hayat tarzımızı ve yaşam kalitemizi belirliyor. Dillere pelesenk olmuş bu cümle işin ciddiyetini tam olarak anlatmasa da işin özü şu: Her gün 350 milyon hücremiz değişiyor. Bedenimiz kendini her an yeniliyor.
Şu an bu yazıyı okurken 11 ay önceki halinizden tek bir hücre yok. 11 ayda tüm hücreler yenileniyor. İşin can alıcı noktası yeni hücrelerinizi yedikleriniz belirliyor. Hipokrat bundan 2500 yıl önce “ ne yerseniz o sunuz” derken haklıydı. Örneğin bir elma ya da hamburger tükettiğimizde o besin ağzımızda, mide ve bağırsaklarımızda sindirim enzimleri ve bağırsak bakterileri sayesinde işlenir en küçük yapı parçasına kadar ayrılır ve son olarak ham madde olarak bedenimize katılır.
Yani diyet deyip geçmemeli, ekmeği kessem olur denmemeli yediğimiz her bir lokmanın adeta bir bina inşa eder gibi bedenimizi inşa ettiğinin farkında olmalıyız. Altta yatan psikolojik, genetik, çevresel etmenler mutlaka incelendikten sonra bütün vücut fonksiyonlarını ve etkileşimlerini bir arada değerlendiren bütünsel bir yaklaşım ile yola çıkmalıyız.
Nereden başlayalım?
Florürlü macunları çöpe atıp yerine temiz içerikli doğal ürünler tercih edin. Kimyasal temizlik ürünlerini en aza indirin. Sirke, karbonat, sabun gibi daha doğal içerikler ile temizlik yapın. Evimizin temizliğine dikkat ettiğimiz gibi kendi temizliğimizde de doğal ürünlerden faydalanın. Özellikle cildinize sürdüğünüz ürünlerin dolaşımınıza katıldığının farkında olun. Dıştan güzelleşeyim derken içinizi kirletmeyin.
Etiketleri çok iyi okuyun. İçinde anneannenizin adını söyleyemeyeceği kadar karışık (monosodyumglutamat gibi) sözler olan ürünlerden, renklendirici, tatlandırıcı, kıvam arttırıcı, aroma arttırıcı, parlatıcı
topaklanmayı önleyici, emülgatör gibi şeyler bulunduran ürünleri almadan evvel bir kere daha düşünün.
Plastik ürünler kullanmayın. Sıcak besinleri asla plastik ürünlere koymayın. Su içme şişenizi de cam ya da paslanmak çelik olarak tercih edin. Böylece her gün farkında olmadan yuttuğunuz onlarca mikroplastiğin sayısı azalacaktır.
Harika bir cilde sahip olmak kozmetik ürünlerden ziyade beslemenizde köklü değişiklikler yapın. Cildinizi besleyecek hindistan cevizi yağı, zeytinyağı gibi sağlıklı yağların soğuk sıkım olanlarını tüketin.
Yemek yemeyi yatmadan 3-4 saat evvel tamamlamış olun. Gece yenen yemek kepenkleri kapanmış bir dükkana mal yığmak gibidir. Bedeni yorar.
Stres yönetimi için nefes egzersizlerinden faydalanın. Huzurla yenen bir lokma yemek kadar kıymetlisi yoktur. Beden huzurlu değilse ne yerseniz ne içseniz kâr etmez. Rokadan aldığınız magnezyum kaslarınıza fayda olacağına stresinize yem olur. O nedenle bedeni sakin tutmanın önemi büyüktür. Bedeni sâkin tutmak için nefes egzersizi, yoga, meditasyon gibi farkındalığı arttıran aktiviteler yapın.
Mitokondriler ne kadar sağlamsa beden o kadar sağlamdır. Mitokondrilerin en iyi askerlerinden olan lahana, turp, şalgam, hardal otu gibi brasika sebzelerini rutininize dahil edin.
Renkli beslenmek çok önemli. Mor lahana, havuç, pırasa, dereotu, cipez hem yüksek lif hem yüksek antioksidan kaynağıdır bolca tüketin.
Melatonin hormonu hücrelerin genç ve iletişim halinde kalması için çok önemlidir. Uyku düzeninize dikkat edin. Uyumadan evvel cep telefonu, bilgisayar ekranı gibi ekranlardan uzak kalın. Elektronik maruziyet uyku kalitesini bozarak bedeni yaşlandırabilir.
Temiz hava her şeydir. Evinizi her gün havalandırın. Yaşam alanınızda oda parfümü kullanmanızı önermem. Bunun yerine nane yağı, karanfil, portakal yağı gibi aromatik yağlardan faydalanabilirsiniz.
Âdeta Bir sanatçı gibi içinde yaşadığımız sistemi tanıyın. Detoks yapacağız, kilo vereceğiz diye aç kalıp bedeninizle savaşmayın. Hastalık yoktur hasta vardır. Beslenme planı kişilerin genetik ve metabolik özelliklerine göre kişiselleştirildiğinde hem kronik hastalıklarda hastalık yönetimi hem de tam bir iyileşme hali daha kolay olur.
Her şeyden önemlisi hayatın keyfini çıkarın. Güzel bakın güzel görün. Bir de ağız dolusu gülün.
Sonsöz: Caldwell Esselstyn’nin dediği gibi “Genetik sadece silahı doldurur
tetiği çeken hayat tarzınızdır.”
Dengeni Bul Hayat Güzelleşsin...
02 Aralık 2023- 0
- 944