Siyah saçlarını savurarak,oflaya puflaya Basmane Garına giren, gara tren Anadolunun insanlarınıda İzmire dökmeye hazırlanıyordu.
Yolcuları karşılamaya gelenler pencerelerden sarkan çocukları Afrikalı yerliler sanabilirdi.
Kurtalan expresi ,bozkırı,dağların bağırlarını,köyleri koşturararak geçerken aldığı kuvvet ilacı linyit kömürünü , küreğe kuvvet yutarken çıkan simsiyah dumanlar tüm yolcularıda tepeden tırnağa siyaha boyamıştı.
Kurtalan’dan İzmir’e kadar bu koşuşturmanın bazen kırksekiz saatıda aştığı oluyordu.
Sosyal durumlarına ,kendilerini bilinmedik heyecanlı beklentilerine göre.kimi sırtına vurduğu yorgan denk’ine kimi ellerinde tahta bavulların sapına yapışmış halleriyle,kimiside erzak,giysi torbasıyla basamaklardan İzmir’e atlıyorlardı.
Genellikle yorganları sırtlarında inenler şaşkın şaşkın etraflarına bakarken sırtında erzak torbaları ile inen yeni terhis olanlar kendilerini karşılamaya gelenler varmı diye biriken kalabalığı tarıyorlardı.
Asker traşlı gençler anaları boyunlarına sarılırken ,Ayşesininde orda olup olmadığı heyecanıyla gözleri fıldır fıldır yakın ,uzak mesafeyi tarıyorlardı.
Ellerinde tıka basa dolu tahta olmayan bavullarla, memur görüntülü dört çocuklu bir aile eşyaları bir araya toplamaya çalışırken sarışın annede oh memleketim mutluluğu yüzünde ,gözlerinde, kuluçka bir tavuk gibi çocuklarını kanadının altında zapt etmeye uğraşıyordu.
Ekip bir araya toplanınca hep birlikte gardan çıkılır ve yolun karşı kaldırımına kazasız belasız yeni bir çıkartma yaparlardı.
Okulların tatile girmesi nedeniyle iki senede bir bu seyahat düzenlenir ve yılbaşından itibaren hazırlıklara girişilirdi.
Temmuz ayında İzmir’in sıcağını bilen bilir ama öğretmen baba bu kadar uzun ve yorucu seyahata rağmen takım elbise ve kravatla ,tamda tren istasyonunun karşısındaki Şükran otelinin kapısından ekibi içeriye sokardı.
Şimdilerde hane berduşların mekanları olan Basmane otelleri o zamanlar şehrin misafirhanesi gibiydi.
Tahta merdivenler fırçalanıp ,yıkanıp silinmekten bal rengi sarımsı ışıklar saçardı.
Altı kişilik aile altı yataklı bir oda kiralarlar,demir başlıklı tek kişilik karyolalar çocuklar tarafından hemen paylaşılır.
Kar gibi sabun kokulu pikeler serili yataklara anne çocukları oturtmaz,yatırtmazdı banyoda kırklanıp ,temiz elbiseler giyilmeden,hepsinin saçlarında yüzlerinde yapışmış olan kömür kurumlarından sıyrılmadan.
Temizlendikten sonra yaylı yataklarda anne baba temizlenene kadar zıplanarak keyiflenilir trenin o biteviye sarsıntısından kurtulmaya çalışırdı çocuklar.
Her temizlenip paklanınca artık akrabalara haber verilmeden yapılan İzmir seferinin meyvelerini yemeye gelirdi sıra.
İlk durak tabiî ki tamda otelin dibindeki 9 Eylül Lokantası idi.
Vitrine dizilmiş tepsilerdeki iştah açıcı yiyecekler çocukların ağzının suyunu akıtırdı.
O yüzü fırın yanığı biber dolmalarımı ,o tepeleme yığılmış kuru köfte ve patates kızartmalarımı gerçekten baştan çıkarıcı idi.
Akşam fuara gezmeye gidileceğinden yemekten sonra odaya çıkılır zoraki güzellik uykusuna yatılırdı.
İki günlük sıcak ve kirli sarsıntılı yolculuktan sonra çocuklar anneleri uyarıncaya kadar kıpırtısız,baygın uyurlardı.
Tekrardan süslenip püslenilir ,saçlar taranır ve Fuar’ın Basmane kapısından biletler ellerde geçilirdi bambaşka bir dünyaya.
O heyecanlı ve telaşlı kalabalık sanki tek bir organizma gibi büyük, büsbüyük bir Anakonda gibi yatağında devinirken bizim Antepli ailede bu yapının bir parçası ,organeli gibi atmosfere adapte oluyorlardı.
Kapıdan giripte yapma kayık kuğuların içinde ayakları ile pedal çevirerek dolaşanları görünce büyü pat diye eksenine oturuyordu.
Çocuklar hayranlık ve öğrenme halinden her an başka bir noktaya odaklanıyor kollarından çekilmezse yürümeyi neredeyse unutacak hallere geliyorlardı.
Göl gazinosunun yanıp sönen ışıkları içerden yükselen müzik sesi ile bir battaniye gibi üstlerine örtülüyordu.
Ekip sosisli sandoviç yapan büfenin önünde demir atmış bir tekne gibi çakılıp kalıyordu.
O salçaya batırılıp içine boyluboyuna yatırılan sosisle ve ince dilim salatalık turşusu ile kağıda sarılıp ellere tutuşturulan lezzet bombası , çocuklara iyiki o zorlu yolun zahmetlerine katlanmışız dedirtiyordu.
Çocukların karnı doyunca sıra tabiî ki büyüklere geliyordu ,Palmiye bahçesinde İzmir’e her gelişte es geçilemeyecek bir lezzet durağınada gelinmiş oluyordu.
Uzun palmiyeler altında serpiştirilip arasında garsonların koşuşturduğu masalara yerleşenlerler mutfaktan gelen o baştan çıkarıcı kokuyle mest ve şanslı olduklarını yürekten hissediyorlardı.
Başlarına dikilen elinde küçük bir defter ve kalem olan garsona söz bırakmadan Trança şiş söylenmiş ve o gelinceye kadarki beklentinin eziyetide başlamış olurdu.
Roka yatağında ,yanında pişmiş domates ve yeşil biberle kayık tabakta önlerine konan bembeya mangal izli balık şiş nerdeyse paniğe neden olacak kadar ,bu güzellik yenip bitirilmemeli vahisini beyinlere çakıyordu.
Yemekler bitirilip tekrar harekete geçildiğinde gözler atlı karıncalararın cirit attığı Lunaparka kilitleniyordu.
O dönen çemberin en üst noktasına çıkılırkenki yürek erimesinin lezzetide her nerde böyle bir parka rast gelinse özlemli bir nostalji gibi kendini hemen ortaya çıkarırdı.
Gece bitap bir yorgunlukla otele dönünce yorgunluktan şişmiş ayaklar yıkanıp kurulanarak yataklara serilinirdi.
Ertesi gün artık akrabalara gelindiği haber verilir,onlarda oteli basıp sitemler ederek valizleri kaptıkları gibi kendi evlerine taşırlardı ekibi.
Kireçli kaya semtindeki denize bakan yasemin kokulu terasta Karşıyaka vapurlarını hayranlıkla izleyerek parpalanmış sirkeli sarımsaklı biberli o müthiş sofranın ve boyozlu haşlanmış yumurtalı kahvaltının bir daha izine nerde rastlanırdıki !
İZMİRİM
03 Eylül 2022- 0
- 1.270