Hastalık Yoktur, Hasta Vardır!

  • 0
  • 947
Yazı Boyutu:

Her hastalığın özgül bir nedeni vardır. Organizma biyolojik, psikolojik ve sosyal etkilerin karşılıklı etkileşimleri ile anlam bulmaktadır.

Sağlık ve hastalık; biyolojik, psikolojik ve sosyal değişkenlerin karmaşık etkileşimleri ile şekillenmekte ve hiçbiri diğerinden ayrılarak kategorize edilememektedir. 

Hastalarının yalnızca tıbbi kayıtları ile ilgilenen hekimler hastalarından çok az bilgi alabilmektedirler.

Oysa hekim hastanın hastalığını tanımlamak ve uygun tedaviyi vermek üzere görevini yerine getirir.

Hekimler problemi tanımlama, sınıflandırma ve bir tedavi yöntemi önerme çabası içerisinde olmanın yanında, hastaların ‘sadece problemlerinin bilimsel izahıyla yetinmediklerini’ bilmeli ve hastalarını aynı zamanda anlamalı, değer vermeli ve kararlarına ortak etmelidir.

İşte  bu  bakış açısıyla  hastaya bütünsel yaklaşmalıyız. Bütünsel yaklaşım derken biyopsikososyal yaklaşımdan sözediyorum. Biyokimyasal yaklaşım; beyin ve periferal organların bir kompleks olarak birleşmesi ve karşılıklı olarak ilişki içinde olmaları ve fiziksel uyarılara olduğu gibi sosyal değişikliklere de duyarlı oldukları temeline dayanır.. 

1904’te Sir William Osler, “Nasıl bir kişinin bir hastalığı olduğunu bilmek, bir kişinin nasıl bir hastalığı olduğunu bilmekten daha önemlidir” ifadesiyle yıllar  önce de biyomedikal yaklaşımın ötesinde bir yöntem gerekliliğine işaret etmiş sanıyorum.

Bizler de günümüzde önemli bilim insanlarımızın ve eğiticilerimizin tamamına yakınının “Hastalık yoktur, hasta vardır” ifadesini sıklıkla dillendirdiğine ve önemini vurguladığına tanıklık etmekteyiz.

Bir hastanın kişiliği, korkuları, kaygıları her hastalıkta rol oynayabilir.

Hastaya biyopsikososyal bir bütün olarak yaklaşmak  bu  yüzden de çok önemlidir. Hatta hekimin, kimi zaman hasta yerine empati kurabilmesi ,kimi zaman kendi yakınıymış gibi davranması muayene öncesi o kadar kıymetlidir ki hasta  için … 

Bir de hekimin, onu derin ve içten dinlemesi, güçlü sorular sorarak iyi bir anamnez alması neredeyse, başarılı bir  tanı koymanın en güçlü anahtarıdır. Laboratuvar verileri, hastaların hekimlerine getirdiklerinin çok küçük bir parçasıdır sadece …

Bir hastalığın yönetimi ise bir tanı ve tedavi şemasından daha fazla şey içerir aslında. Bu yaklaşım dini inançlardan tutun, sosyal, ekonomik ve kültürel problemleri, kişisel beklentileri ve kalıtımı göz önünde bulundurmayı gerektirir. 

İyi bir klinisyen ruhsal, entelektüel, duygusal, sosyal ve ekonomik faktörlerin kişinin hastalığı üzerine etkisini bilir ve bunları fark eder.

Coronavirüs  pandemi sürecinde belki bir miktar  bu yaklaşımdan uzak kaldık istemeyerek, ben kendi adıma bu farkındalığı yeniden gözden geçirmek istedim. 

Sürecin ne kadar ve nasıl gideceği konusunda bilimsel verilerle yol alamıyor olmak, hastalarımızın kaygı ve endişelerini yönetmekte bizi zorluyor olabilir. Çok  fazla  meslektaşımız, bu süreçte aramızdan ayrılmış olduğu  için bizler de  bir miktar aynı duygular içinde kalmış olabiliriz; ancak   artık  farkında olmalıyız. 

Bu  mücadelenin en önemli  savaşçıları  biz hekimleriz, sağlık personellerimizle birlikte hastalarımızın en güvenilir  kaynakları olmaya devam etmeliyiz; güncel ve olabildiğince bilimsel …

O yüzden bize yakışan ünvanlarımızla  bu konuda  olması gerektiği gibi ‘’Liderlik ‘’ yapmalıyız .

Bu süreçte her Coronaya yakalanmış hastanın aynı klinik tabloyu sergilemediğini çok kez  gözlemledik.
Triajının, kliniğinin veya komplikasyonunun  çok farklı olabildiğini de… Ateş ile başladık, 65 yaş üzeri ve 18 yaş altı  ev korumalarıyla yol aldık, aşı süreçleriyle ve bugün çocuk yaş gruplarının endişesiyle devam ediyoruz.1 yılda  hastalığının seyri, tüm dünyada  farklı farklı izleniyor. Öyleyse, yeniden  ve olması  gerektiği gibi  olalım "Her hastamız  kendine özgüdür  ve  özeldir…"

Hatta "Hastalık  değil, hasta  vardır" 

Sağlıklı  günler dileklerimle...

YORUM YAZ