MESUT SADECE ADIYDI…

  • 0
  • 606
Yazı Boyutu:

Güzelliği Allah vergisiydi.

Henüz 20 yaşında “En yakışıklı erkek” seçildi, kral tacını taktı.

Yıldızı bir anda parladı.

Adı,  Mesut’tu. Ama mesut olamadı.

Soyadını Engin olarak değiştirdi.

Oysa Kundak’tı.

Kadersizliği onu yokluk, sefaletle kundakladı.

Son nefesini verdiğinde gazeteler, TV’ler haber yaptı.

Ne var ki 30 yıldır kimse elinden tutmamıştı.

              *

Türk sinemasının Aydın Sökeli delikanlısı Mesut Engin, “ Zamanın karşı konulmaz acelesine” yenik düştü.

Bu deyim, kendisinindi.

Erken gelen şöhret ve parayla, her şeyi en acele şekilde yaşamak istiyordu.

Yaşıtlarını kıskandıran güzellik ve zenginliği onu şımartmıştı.

Yüksek fiyatlı başrol oyuncusu olarak kabına sığmıyordu.

Bir gün sinirine yenildi. Film çeker gibi camı yumrukladı.

Giyotin gibi inen parça, sağ elinin sinirlerini kesti.

Herkesi “ Trafik kazası” olarak kandırdı.

İş göremez hale geldi.

Belli etmemeye çalıştı, senaryoya uymadı.

Para kazanamadı, çevresi buharlaştı.

İçki şişeleri kimsesizliğine ortak oldu.

               *

İçtikçe, gecesi ile gündüzü karıştı.

Genç kızların sevgilisi bilinirdi, ama o hep filmde oynadığı rol arkadaşını sevmişti.

Duygusunu dillendiremedi, derinleşen aşkıyla alkolikliğe taşındı.

           *

Çok sevdiği İzmir’e kaçtı.

Tanınmamak için yakasını kaldırarak gezer, bir aile yaklaştığında sırtını dönerdi.

Bornova’da Karayolları Müdürlüğünün karşısındaki durağı çok severdi.

Çünkü yol ıssız ve kimse rahatsız etmezdi.

Geceleri bankta sızar, sabah erkenden kaçardı.

Çevre esnafı para verir, her seferinde “ Cebimde var” diye geri çevirirdi.

Bazen Basmane’nin ara sokaklarına iner…

Bazen Şirinyer at yarışına giderdi.

At tutkunuydu. Hipodrom ’da kalabalığa girmese bile uzaktan kişnemelerini dinlerdi.

               *

Üç, beş, on derken tam 30 yılı sokaklarda geçti.

En son “İstanbul Beyoğlu’nu özledim” dedi, bir daha görülmedi.

Bir hastanenin kapısında ölüm eşiğinde bulundu.

Bakıldı, iyileşti, belediye düşkünler evine yerleştirildi.

          *

Hayatını yazacaktı.

Zirveden nasıl dibe vurduğunu…

Sefaletin acımasızlığını, çirkinliğini…

Bir zamanlar kapılarda karşılayan, sırtını sıvazlayanların nasıl yok olduğunu…

Bir tas sıcak çorba, temiz çarşaftan öte “ Canım arkadaşım…” sözüne nasıl hasret kaldığını…

“ Ne idim değil ne oldum” sözüne tipik örnek olduğunu satırlara dökecekti.

Film yapmak isteyene de verecekti.

            *

“ Gelsin artık, sıkıldım” davetiyle ölümü bekliyordu.

Vücudu çoktan iflas etmişti.

Ruhu zaten kapkaranlıktı.

Aykırı, farklı, ibretlik yaşamı da böyle bitti.

Yalnız oldu, yalnız öldü.

YORUM YAZ