Yazı Boyutu:
Bizim İzmir Portalının değerli okurları
Bu haftaki yazımda sizlere, İzmirde üniversitede, kamu veya özel sektörde çalışan tüm jinekologları barındıran Türk Jinekoloji Derneği (TJOD) İzmir şubesinin bilimsel toplantılarında paylaşılan güncel bilgilerden bahsedeceğim.
TJOD İzmir şubesi 2012-2013 yılı aylık bilimsel toplantılarına,15.Haziran 2012 de seçilen yeni yönetim kurulunun organizasyonu ile, meslektaşlarımız tarafından çok benimsenmiş bir mekan olan Crowne Plaza Otelde 19 Ekim 2012 Cuma günü Kontrasepsiyon ana teması ile başladı. Yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Fatih Şendağ ,katılan jinekologlara açılış konuşmasında; Amacımız günlük pratiğinizde faydalı olabilecek ve sizlere katkı sağlayabilecek konuları gündeme getirip tartışmaktır.diyerek, TJOD İzmir şubesinin üniversite, kamu ve özel sektörde çalışan tüm kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarını kucakladığını bir kez daha vurguluyordu. Prof. Dr. Nedim Karadadaş, Prof.Dr Erbil Doğan, Doç. Dr Yusuf Yıldırım, Op. Dr. Haluk Erkur, Op. Dr.Çetin Aydın ve Op.Dr. Arif Seyhun dan oluşan yeni yönetim kuruluna başarılar dilendi.Eski yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Nedim Karadadaş ve yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Sabahattin Altınyurta başarılı çalışmaları nedeniyle plaketleri sunuldu.
Bilimsel toplantının ilk konuşmacısı Doç. Dr. Murat Ulukuş ;DOĞUM KONTROL HAPLARI MEME KANSERİ YAPAR MI? konulu sunumunda, konuyla ilgili bilimsel çalışmaları ayrıntılı olarak değerlendirdi. Meme kanserinin sekiz kadından birinde ortaya çıkacağını vurguladı.. Özellikle eskiden kullanılan yüksek dozlu haplarda daha fazla olmak üzere, kullanım sürecinde meme kanseri riskinin azda olsa artabileceğini belirtti.Kullanımı bıraktıktan sonraki yıllarda bu riskin hızla azaldığını vurguladı. Haplarda kullanılan farklı hormonlar ile meme kanseri görülme sıklığı arasında bir ilişki olmadığını belirtti. Ancak doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda ne meme kanserine bağlı, ne de başka bir nedene bağlı ölüm oranının kullanmayan kadınlara göre artmadığını da vurguladı.
Ben de ikinci sunumda; günümüzde ülkemizde sadece düşük doz doğum kontrol hapları kullanıldığını vurguladım ve derlediğim kaynaklardan örnekler vererek, en riskli gruplarda bile, doğum kontrol hapı kullanan on bin kadından, sadece iki yeni kadında fazladan meme kanseri görüldüğünü belirttim. Meme kanserini arttıran diğer risk faktörlerinden, erken adet görme ve geç adetten kesilmenin, riski üç kat arttırırken, doğum kontol haplarının bu riski sadece 1.19 kat arttırdığını ve çalışmalarda BRCA gen mutasyonu taşıyıcısı kadınlarda meme kanseri riskinin 200 kat üzerinde arttığını vurguladım. Yumurtalık kanserinde de artan BRCA gen mutasyonu taşıyıcılarının, yumurtalık kanserinden korunmak amacıyla doğum kontrol hapı kullandıklarında meme kanseri riskinin artmadığını gösteren çalışmalardan örnekler verdim.
İkinci konuşmacı olarak bana verilen konu;DOĞUM KONTROL HAPLARI KULLANMA SANATI idi. Günümüzde ülkemizde sadece 20-30 mikrogram arası ,yani düşük doz östrojen içeren hapların kullanıldığını belirterek sunumuma başladım.50 yıldır kullanılan doğum kontrol haplarında bulunan sentetik östrojen hormonu dozunun günümüzde 10 kat aşağıda olmasına rağmen gebelikten etkin bir şekilde koruduklarını, unutulmadan kullanıldıklarında kadında kanalların bağlanması kadar gebelikten koruduklarını, bin kadından sadece birinde bir yıl içinde istenmeyen gebelikle karşılaşıldığını belirttim. İlk haplar unutulduğunda veya iki ve daha fazla hap unutulduğunda istenmeyen gebelik riskinin daha çok arttığını ve bir hafta ek yöntemle korunmak gerektiğini anlattım.
Doğum kontrol hapında kullanılan ikinci hormon olan sentetik progesteronun yeni haplarda hem dozunun 3-4 kat azaldığını, hem de erkeklik hormonu olan testesterondan uzaklaşıldığını belirttim. Doğum kontrol haplarının yumurtalığa bağlı tüylenme tedavisinde etkili olduklarını,başta drospirenone içerenler olmak üzere, akne tedavisinde en iyi seçenek olduklarını anlattım.
Tüm doğum kontrol yöntemleri gibi,doğum kontrol haplarını kullanmaya başlarken ve kullanırken Dünya Sağlık Örgütünün en son 2008 de ve daha sonra Amerika da CDC nin2011 de güncellediği uygunluk ölçütlerine uyulması gerektiğini belirttim.Son güncellenen kriterlerde doğum kontrol haplarının ve östrojen içeren aylık enjeksiyon,vajinal halka, patch(yama) gibi yöntemlerin trombojenik mutasyon taşıyıcısı (pıhtılaşma bozukluğu)olan ,derin ven trombozu ve emboli (derin damarlarda pıhtıya bağlı tıkanıklık ve pıhtının akciğer beyin gibi organlardaki damarları tıkaması) geçiren, lupus antikorları olan kadınlarda,böbrek ve göz damarlarında bozukluk olan uzun süreli diyabet hastalarında,150/110 üstü tansiyonu olan,migren öncesi aurası olan ve 35 yaş üstü fazla sigara içen kadınlarda kullanılmaması gerektiğini vurguladım.
Doğum kontrol haplarının ergenlikten, menopoza kadar her yaşta kadında ve CDC nin son güncellenen ölçütlerine göre doğumdan bir ay sonra bile emziren kadının anne sütüne herhangi bir etkisi olmadan kullanabileceğini belirttim. Varisleri olan, troid hastası olan,aşırı kilolu veya hepatit taşıyıcısı olan kadınların güvenle doğum kontrol haplarını kullanabileceğini belirttim.
Doğum kontrol haplarının yumurtalık kistlerini tedavi etmediğini, ancak yeni kistlerin oluşma riskini %70-80 azalttığını gösterir kanıta dayalı çalışmaları anlattım.Haplarla kist tedavisi ilişkisini açığa kavuşturmayı başaran sekiz nitelikli çalışmanın dördünün ülkemizden çıktığını vurgulamaktan da onur duydum. Doğum kontrol hapına başlarken, olabilecek en düşük östrojen dozlu haplarla (20 mikrogram) başlanması gerektiğini, ara kanaması oluyorsa özellikle kilolu hastalarda biraz daha yüksek (30 mikrogram) doza çıkılması gerektiğini belirttim. Progesteron hormonu etkisiyle, çekilme kanaması dediğimiz iki kutu hap arasındaki kanama az oluyorsa, yine östrojen dozunun 20 den 30 mikrograma yükseltilebileceğini söyledim. İleri yaştaki kadınlarda, lipid ve kolesterol üzerine olumlu etkisi bilinen yeni kuşak progesteron içeren doğum kontrol haplarının seçilmesi gerektiğini belirttim.Yeni kuşak progesteron içeren hap kullananlarda testesteronun (kadınlarda az miktar libido için gerekli) etkisi aşırı baskılanıp cinsel arzu azaldığında eski kuşak progesteron içeren hapların kullanılabileceğini belirttim. Adet öncesi göğüste gerginlik, şişkinlik gibi PMS yakınması olan kadınlarda sadece drospirenone içeren doğum kontrol haplarının etkili olabileceğini kanıta dayalı tıp çalışmalarında gösterdim.
Ayrıca doğum kontrol haplarının, kullanım süresi arttıkça 70 kadında bir görülen yumurtalık kanseri riskini yarı yarıya azalttığını ve bu koruyuculuğun hapı bıraktıktan25-30 yıl sonrasına kadar devam ettiğini vurguladım.Ayni durumun 100 kadında bir görülen rahim içi kanseri içinde geçerli olduğunu belirttim.Günümüzde hızla artan kalın barsak kanserinin de hap kullanıcılarında %20-30 daha az görüldüğünü vurguladım.Doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda basit yumurtalık kistleri,myom dediğimiz rahimin iyi huylu urları,kemik erimesi ve romatizmal yakınmaların az olduğunu,adet kanamalarının genellikle düzenli ve az olması nedeniyle aneminin (kansızlığın) ve adet sancılarının azaldığını, rahim ağzında yoğunlaşan akıntının iç üreme organlarına enfeksiyonun yükselmesini büyük ölçüde engelleyerek pelvik enfeksiyon ve dış gebeliklerin daha az görüldüğünü belirttim.
Acil kontrasepsiyon amacıyla korunmasız cinsel ilişkiden hemen sonra,tercihan 24 saat içinde doğum kontrol haplarının %85 lere varan oranda istenmeyen gebeliklerden koruyabileceğini, bunun için de 30 mikrogram östrojen içeren haplardan 12 saat arayla iki kez dörder adet,20 mikrogram östrojen içeren haplardan ise 12 saat arayla iki kez altışar tane alınması gerektiğini anlattım.
Gelişmiş ülkelerde yaygın kullanılan, ancak ülkemizde kullanılma oranı% 5 ler de kalan doğum kontrol hapları konusunda toplumun bilinçlenmesinin önemini vurguladım.
Üçüncü konuşmacı Prof. Dr. Kemal Öztekin; ülkemizde son yıllarda piyasaya sunulan, östrojen içermeyen SADECE PROGESTERON İÇEREN CERAZETTE ADLI DOĞUM KONTROL HAPI nın tanıtımını yaptı.28 Tabletten oluşan bu hap, ara vermeden kullanılıyor.Yukarıda belirttiğimiz östrojen hormonu kullanılması sakıncalı olan durumlarda kullanılabiliyor. Emzirme döneminde de gebelikten korunmak için iyi bir seçenek olarak karşımıza çıkıyor.Eskiden kullandığımız minihaplarda %40 yumurtlama gözlendiği halde Cerazette daha yüksek dezogestrel (sentetik progesteron) içerdiği için yumurtlamayı da baskılılyor.Ayrıca minihaplar gibi rahim ağzındaki akıntıyı yoğunlaştırarak ,spermlere karşı geçirgenliğini engelliyor ve gebelikten koruyucu etki güçleniyor.Ancak,tüm sadece progesteron içeren yöntemleri kullananlardaki gibi bu hapı kullananlarda da aylar süren adet düzensizlikleri, özellikle adet gecikmeleri sıklıkla karşımıza çıkıyor.
Kahve molası ardından, Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Uzmanı Dr. Faruk Ergönen ; GEBELİK VE TİROİD HASTALIKLARI konusundaki sunumuyla günün farklı bir temasına başlangıç yaptı. Sunumuna tiroide ilişkin hastalığı olanlarda tiroid rezervinin düşük olabileceğini ve gebelikte artan gereksinimi karşılamayabileceğini belirterek başladı. Özellikle özgeçmişinde; hipotiroidi, hipertiroidi, doğum sonrası tiroidit(troid bezi enfeksiyonu) ya da tiroid cerrahisi geçirenler,ailesinde tiroid hastalığı olanlar,guatrı olanlar,gebelik öncesi tiroid antikoru pozitif olanlar,Tip 1 Diabeti olanlar,diğer otoimmün (bağışıklık sistemi) hastalığı olanlar,infertilitesi olanlar,daha önce baş, boyun bölgesine yönelik radyoterapi alanlar,düşük ya da erken doğum öyküsü olanlar,hipofizer hastalığı olanlar ve tiroid fonksiyon bozukluğuna işaret eden belirti ve bulguları olan (anemi, hiperkolesterolemi, hiponatremi gibi) kadınların, gebelikte yüksek risk grubunda olduklarını belirtti.
Normal tiroid hormon yapımı için günlük iyot gereksiniminin 100-150 mikrogram olduğunu, gebelik planlayan, gebe ve emziren kadınların günde en az 250 mikrogram iyot almaları gerektiğini, diyetteki iyot miktarının su ve toprağın iyot miktarına bağlı olduğunu,İyotun en çok deniz ürünlerinde, daha az süt, yumurta ve ette bulunduğunu, sebze ve meyvelerde çok az iyot olduğunu vurguladı.Tiroid bezinin gebelik sürecinde; iyot eksikliği olmayan toplumlarda %10 , iyot eksikliği olan toplumlarda %20-50 büyüdüğünü anlattı.
Gebelikte tiroid fonksiyonlarını değerlendirmek için,gebeliğin erken safhasında serbest T4, TSH ve anti-TPO ölçümleri yapılması gerektiğini vurguladı. Özellikle gebeliğin ilk üç ayında, anneden sağlanan tiroid hormonunun, fetusta, organ gelişiminde kritik rol oynadığını belirtti. Fetüsün kendine ait tiroid hormonu sentezinin, gebeliğin 12-14 haftasından itibaren başladığını,bu durumda gebeliğin ilk haftalarında annenin fetusa sağladığı tiroid hormonunun bebeğin normal beyin gelişiminde önemli rolü olduğunu söyledi.
Serbest T4 ün gebelik sırasında en iyi ölçüm yönteminin, extraction/liquid chromatography /tandem mass spectrometry (LC/MS/MS) yöntemi olduğunu ancak bu yöntemin ülkemizde kullanılmadığını belirtti.
Bu nedenle TSH(hipofizden salgılanan tiroid işlevlerini uyaran hormon) ın diğer alternatif yöntemlere göre, gebelikte tiroidin durumunu göstermek yönünden daha doğru bir ölçüm yöntemi olduğunu söyledi.
TSH in normal değerlerinin gebe kadın için, gebe olmayan diğer kadınlara göre farklı sınırlarda kabul edildiğini;gebeliğin ilk üç ayında; 0.1-2.5 mIU/L,ikinci üç ayında ; 0.2-3.0 mIU/L ,son 3 ayında; 0.3-3.0 mIU/L değerleri arasında olması gerektiğini belirtti.
Gebelik hormonu olarak bilinen hCG ve TSH nın alfa subunitlerinin ortak olduğunu, hCG nin; yüksek konsantrasyonlarda tıpkı TSH gibi, TSH reseptörüne bağlanarak tiroidi uyarabileceğini belirtti.Normal gebelikte aşırı hCG artışı ile birlikte olan,klinik bulgu vermeyen hipertroidi, hiperemezis denilen aşırı bulantılı gebelerde,bulgu vermeyen veya orta derecede belirgin hipertroidinin veya Trofoblastik hastalıklar (mol veya koryokarsinom)gibi plasentadan kaynaklanan tümörlerde görülen aşırı hipertroidide artan HCG nin önemini vurguladı.
Doğurgan çağdaki kadınlarda anti-tiroid peroksidaz (anti-TPO) antikorunun pozitif bulunması, infertilite, düşük, erken doğum riskinin fazla olduğunu, gebeliğin erken safhasında ise anti-TPO antikorlarının gebe kadınların % 10 unda pozitif bulunduğunu belirtti. Anti-TPO antikorları pozitif bulunan kadınların, gebeliğin erken döneminde tiroid fonksiyon testleri normal bulunsa bile, ilerleyen gebelik aylarında tiroidin fonksiyonel rezervindeki azalmaya bağlı , belirgin ya da klinik bulgu vermeyen hipotiroidi gelişme riski taşıdıklarından bahsetti.
Annede TSH yükseldiğinde serbest T4 ölçümü yapılacağını; TSH > 2.5 mIU/L ve azalmış serbest T4 konsantrasyonu veya sadece TSH > 10.0 mIU/L. (serbest T4 düzeyine bakılmaksızın)olduğunda belirgin Hipotroidi, normal serbestT4 ve TSH 2.5- 10.0 mIU/L olduğunda ise, klinik bulgu vermeyen Hipotroidi tanısı konduğunu belirtti.
Gebelikte hipotroidinin en sık nedeninin; iyot eksikliği olmayan bölgelerde, sıklıkla otoimmün (bağışıklık sistemiyle ilgili) tiroid hastalığına bağlı olduğunu,İyod eksikliği olan bölgelerde ise, gebelikte hipotiroidinin en sık nedeninin sadece iyot eksikliği olduğunu söyledi. Gebelikte belirgin hipotiroidiye rastlanma oranını % 5 ,klinik bulgu vermeyen hipotiroidiye rastlanma oranının ise % 2.5 olduğunu belirtti.
Gebelikte hipotiroidi saptandığında hızla 100-150 µg/gün L-tiroksin ile tedaviye başlamak gerektiğini, bilinen hipotiroidisi olan ve gebelik öncesi T4 kullanan kadınlarda da ,genellikle 4.-6. gebelik haftalarında ortalama % 30-50 doz artışı önerildiğini anlattı.
Hipotroidisi olan bir gebede düşük, gebelik zehirlenmesi,erken doğum,plasentanın erken ayrılması,doğum sonrası kanama,anemi gibi komplikasyonların daha fazla görülebileceğini,Fetüsta ise düşük riskinin artacağı, gebelik haftasına göre küçük bebekle karşılaşılabileceği,bebek ölümleri,doğan bebekte kognitif bozukluklar(dikkat,bellek,algı gibi zihinsel işlev bozuklukları),Immün globulin denilen antikorların plasentadan geçmesi nedeniyle de bebekte geçici doğuştan hipotroidi olabileceğini belirtti.
Gebelikte hipotroidi izleminde,26-32 haftalar arasında en az 1 kez serbestT4 ve TSH bakılması gerektiğini,LT4 ile tedavi uygulanması gerektiğini ve bu hapları alırken hem demir preparatları ,hem antiasitler arasında en az 2 saat olması gerektiğini vurguladı. Doğum sonrasında ise; LT4 dozunun , gebelik öncesi doza düşülmesi gerektiğini,doğumdan 6 hafta sonra TSH değerlerine bakılması gerektiğini vurguladı.
Troid fonksiyon bozukluklarının gebelikte tedavisini özetlerken;yüksek TSH ve düşük serbest T4 le kendini gösteren belirgin hipotroidide ve yüksek TSH,normal serbest T4 le karşımıza çıkan klinik bulgusu olmayan hipotoridide tedavinin gerekli olduğunu vurguladı.
Gebelikte hipertroidide ise; düşük TSH,yüksek serbest T4 le kendini gösteren belirgin hipertroidide tedavinin gerekli olduğunu,düşük TSH düzeyleri ve normal serbest T4 düzeyleriyle karşımıza çıkan klinik bulgu vermeyen hipertroidide tedavinin gerekli olmadığını vurguladı.Normal TSH düzeylerine rağmen,düşük serbest düzeylerinin gözlendiği izole hipotroksinemiyle ilgili çalışmalarda yeterli veri bulunmadığını belirtti.
Gebelikte Troid Sintigrafisini çekilmemesi gerektiğini vurguladı. Gebelikte hipertroidi tedavisinde ilk üç ay propyltiurasil içeren ilaçların, ikinci üç aydan itibaren de metimazol içeren ilaçlara geçiş yapılması gerektiğini belirtti.
Sıradaki konuşmacı Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları uzmanı Doç.Dr.Şevki Çetinalp;GEBELİK VE DİYABET konusunda sunumunu yaptı.Sunumunda insülinin kullanıma girmesiyle diyabetiklerin de gebe kalabileceğini,ancak diyabete bağlı nefropati dediğimiz ağır böbrek hasarında,ağır iskemik(kan akımı ve oksijenlenme yetersiziği) kalp hastalığında ve ileri düzeyde proliferatif retinopati dediğimiz diyabete bağlı göz damarlarında hasar durumunda asla gebeliğe izin verilmeyeceğini vurguladı.
Ayrıca 20 yaş altı ve 35 yaş üstü gebelerde ve Hb A1C denilen, kanda uzun süre şekerin yüksek olduğunu gösteren tahlil düzeyinin de 10 üzerinde olmasının da gebeliğe izin vermek açısından çok riskli olabileceğini vurguladı.
Diyabetik gebelerin bebeklerinde, nörolojik komplikasyonların da 16 kat artabileceğini, bunların başında nöral tüp defekti dediğimiz omurga kanalı açıklığıyla ilgili problemler, kaudal regresyon ve hipervizkosite (dolaşımdaki sıvı yoğunluğu) veya doğum yaralanmaları (örneğin iri bebeğe bağlı) nörolojik problemlerin yüz bebekten 5.3 ünden fazlasında olabileceğini belirtti. Bu nedenle diyabetiklerin gebelikten 3 ay öncesi 0.4-1mg arası folik asite başlamaları gerektiğini,gebelikte bu dozun 4 mg a kadar çıkabileceğini söyledi.
Diyabetik gebelerin bebeklerinde ,doğuştan kalp hastalıklarının da18 kat artabileceğini;Hipertrofik Kardiyomyopati, Septal Hipertrofi Trikuspid Atrezi , Büyük Arterlerin Transpozisyonu, Trunkus arteriozis gibi doğuştan kalp hastalıklarının %8.5 un üzerinde görülebileceğini belirtti.
Bunun dışında fetusta sakral agenezi, küçük sol kolon gibi morfolojik anomalilerin arttığını işaret etti.
Ayrıca yeni doğanda prematürite, respiratuar distress sendromu(akciğerlerin yeterli olgunlaşmamasına bağlı yaşamı riske sokan solunum problemleri),makrozomi((iri bebek %15-45 arası-3 kat fazla),organomegali (büyük iç organlar),nadiren haftasına göre küçük bebek gözlenebileceğini belirtti.
Doğum anında da; asfiksi dediğimiz yetersiz oksijenlenme, omuz distosisi dediğimiz iri bebeğin omuzunun doğum kanalında takılması,buna bağlı brachial plexus yaralanması dediğimiz kol sinirinin hasar görmesi ve felci, clavicular kırık dediğimiz köprücük kemiğinin kırılması, fasial sinir paralizisi dediğimiz yüz sinirinin felci ,Phrenic sinir yaralanması ve Cephal hematoma (bebeğin beyin içinde kanama)gibi komplikasyonlarla karşılaşma oranlarının arttığını belirtti.
Ayrıca bebekte hipoglisemi(kan şekeri düşüklüğü), hipokalsemi (kanda kalsiyum düzeyi düşmesi) ve hipomagnezemi (kanda magnezyum düzeyi düşmesi) gibi metabolik sorunların olabileceğini işaret etti.Yine bebekte kanda; polisitemi(seruma oranla artan hücre sayısı), hipervizkozite (kanın yoğunlaşması),hiperbilirubinemi (alyuvarların karaciğerde parçalanması sonucu bilüribin düzeyi ve sarılığın artması),renal ven trombozu(bebeğin böbreğindeki toplar damarda pıhtıya bağlı tıkanma)görülme oranının arttığını ifade etti.
Diyabette bebeğin etkilenmesinin döllenmeden itibaren başladığını, gebeliğin dokuzuncu haftasından önce yapılacak çok yakın glukoz izleminin anomali insidansını (sakat çocuk riski)en aza indireceğini,daha sonraki etkilenmelerin hiperinsülinemiye (yüksek insülin düzeyine)bağlı olduğunu belirtti.
Güvenli gebelik izlemi için Doç.Dr Fuat Akercanın 2008 deki Ege Diabet kursundaki koşullarını vurguladı. Bunlar; iyi glukoz kontrolü,HbA1C nin 6 nın altında tutulması,damarsal hastalığın olmaması,böbrek fonksiyonlarının normal olması,gebelik öncesi folik asit kullanımı ve gebelik monitorizasyonuna istekli ve bilinçli bir gebe.
Açlık kan şekerinin 105 in altında olduğu durumlarda preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) riskinin %7.8,105 in üstünde ise %13.8 olduğunu vurguladı. Makrozomi (iri bebek) riskininde tokluk kan şekerinin 120 nin altında olduğunda%20,160 ın üstünde olduğunda %35 oranda karşımıza çıkabileceğini anlattı.
Gebelikte diyabet tedavisinde hedeflenenin; açlık kan şekerini 95,birinci saat kan şekeri 140,ikinci saat kan şekerinin 120 altında olması ve HbA1C düzeyinin 6 nın altında tutmak olduğunu vurguladı.
Oral antidiyabetik kullanan tip 2 diyabetli bir kadının gebelik planlıyorsa mutlaka insüline geçmesi gerektiğini belirtti. Böbrek fonksiyonları ve göz dibinin gebeliğin her üç ayında da kontrol edilmesi gerektiğini söyledi.
Diabet ve gebeliğin%3-10 arasında görüldüğünü, bunların %10 nun pregestasyonel (gebelik öncesi Tip1 ve Tip 2 diyabet olduğunu,%90 ının ise gestasyonel (gebeliğe bağlı diyabet) olduğunu ancak önceden tanı konmamış diyabet oranlarının gerçek gestasyonel diyabetin oranlarını ne derece değiştirdiğinin bilinmediğini belirtti.
İlk kez gebelik esnasında başlayan veya farkına varılan değişik derecelerdeki glukoz intoleransına gestasyonel diyabet dendiğini,gebelikten önce tanısı konmamış bir diyabetin varlığı veya yokluğunun ,tedavide insülinin kullanılıp kullanılmamasının,doğumdan sonra diyabetin devam edip etmemesinin,gestasyonel diyabet tanısını değiştirmediğini vurguladı.
Gestasyonel diyabetin; tüm gebeliklerin %6.7 sinde,30 yaş üstü gebeliklerin % 8.5unda, ailesinde diyabet öyküsü var olanların %11.6 ında,BMI (vücut kitle indeksi) > 30 olan aşırı kilolu gebeliklerde ise % 12.3 oranda görüldüğünü vurguladı.Tüm gebelere gebeliğin 24-28 haftasında tercihan 75 gm ile glukoz yükleme testi yapılması gerektiğini anımsattı.
Amerikan Diyabet Cemiyetinin de 2012 de kabul ettiği değerlere göre 75 gm glukoz yüklemede ;açlık kan şekerinin 92 ve üzerinde olması,birinci saat kan şekerinin 180 ve üzerinde olması ve ikinci saat kan şekerinin 153 ve üzerinde olması(bu değerlerden bir tanesinin yüksek olması yeterli) bize gestasyonel diyabet tanısını koydurmakta olduğunu belirtti .
Gestasyonel diyabeti arttıran risk faktörlerinin; BMI > 30 kg/m2, makrozomik bebek öyküsü (> 4.5 kg), önceki gebeliğinde diyabet öyküsü, ailede diyabet öyküsü (tip 1 veya tip 2),etnik gurup (Çin, Hindistan, Pakistan) ,polikistik over sendromu,Achantosis nigricans (tüylenme ve ense bölgesinde koyu renk), kortiosteroid(kortizon) kullanımı, polihidramniyoz(bebeğin içinde yüzdüğü amnion sıvısının fazla oluşu),düşük öyküsü, açlık kan şekerinin >110 mg/dl , rastgele ölçülen kan şekerlerinden birinin >126 mg/dl üzerinde saptanması olduğunu anlattı.
25 yaş altında, gebelik öncesi normal kiloda olan,birinci derece akrabalarda diyabet öyküsü olmayan,anormal glükoz tolerans bozukluğu öyküsü olmayan ve daha önceki gebeliklerinde obstetrik problem saptanmayan kadınlarda gestasyonel diyabet riskinin az olduğunu belirtti..
Gestasyonel diyabet tedavisini;diyet(medikal beslenme tedavisi),ekzersiz,kan şeker takibi ve insülin tedavisinin oluşturduğunu anlattı.Medikal beslenme tedavisinde ,vücut kitle indeksi 19.8 altında (zayıf)olanlara günlük önerilen kalorinin kilogram başına 35-40 ve gebelikte almaları gereken ağırlığın 12.4-18 kg,19.8-29 arası olanlara 30-35 kalori ve gebelikte toplam 11.5-16 kg ,29 üzerinde yani aşırı kilolu olanlara 25 kalori ve gebelikte alınması önerilen ağırlığın 7-11.5 kg olarak belirlendiğini söyledi.
İki haftalık diyet tedavisine rağmen, açlık kan şekeri >105 ve/veya 1. saat kan şekeri >140 mg/dl ise insülin tedavisine başlanması gerektiğini belirtti.
Gestasyonel diyabetli gebenin,doğumdan 6-12 hafta sonrası ve 1.yılda OGTT (oral glukoz tolerans testi-şeker yükleme testi) ile değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Gestasyonel diyabet öyküsü olanlarda ileriki yaşlarında %30-84 diyabet gelişme riski olduğunu, daha önce insülin kullanma gereksinimi olmuş ise bu oranın %75e yükseldiğini, BMI(vücut kitle indeksi)fazls, ailede diyabet öyküsü olanların ileride diyabet gelişme risklerinin fazla olduğunu belirtti. Bu kadınların her üç yılda bir OGTT ile takip edilmeleri gerektiğini vurguladı. Gestasyonel diyabet öyküsü ve prediyabeti olanların metformin kullanmaları gerektiğini söyledi.
Toplantının sonunda, bu seneki aylık toplantı programlarına yeni eklenen OLGU SUNUMUNDA video ile bir operasyon gösterildi. Laparoskopik robotik cerrahi tekniği ile kanalları daha önceden bağlanmış olan bir kadının, kanallarının tekrar açılması için uygulanan başarılı operasyonunun videosunun ekrana yansıtılması toplantının son oturumunu renklendirdi.
Üyesi olmaktan onur duyduğum Türk Jinekoloji Derneği İzmir Şubesinin, bilimsel çalışmalarından ve toplantı sunumlarından ilginizi çekebilecek ve günlük yaşamda gerekli olabilecek örnekleri belirli dönemlerde sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Kurban Bayramınızı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramınızı kutlar, sağlıklı günler dilerim.