TIBBİ DÜŞÜK

  • 0
  • 2.372
Yazı Boyutu:

Bizim İzmir Portalının değerli okurları
 
Sizlerle 22 Şubat günü İzmir’de Dünya Sağlık Örgütü, Başkent, Hacettepe, Dokuz Eylül ve Celal Bayar Üniversitelerinin katkılarıyla düzenlenen ‘’İstenmeyen gebelikler, Güvenli düşük;Yeni bir seçenek, Tıbbi düşük’’ konulu toplantıdan bahsedeceğim.
 
NEDİR TIBBİ DÜŞÜK?
Tıbbi düşük ;cerrahi müdahale gerekmeden sadece ilaçlarla istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasıdır. Ülkemizde henuz ruhsat almayan mifepristone ve misoprostol içeren tabletlerle uygulanır. Genellikle son adet kanamasının birinci gününden itibaren 63 gün içinde olan istenmeyen gebelikleri sonlandırmak amacıyla uygulanır. Mifepristone(200 mg) içeren tek tableti ağız yoluyla aldıktan 2 gün sonra 2 tablet misoprostol (400 mcg) ağız yoluyla yutularak veya ,dil altı,damak içinde eritilerek veya vajinaya yerleştirilerek uygulanabilir.Genellikle bir iki gün içinde kanama başlar ve bir hafta içinde istenmeyen gebelik herhangi bir cerrahi müdahele gerekmeden %92-97 oranda düşükle sonlanır. Genellikle 15.gün gebeliğin sonlandığı kontrol edilir.
Tıbbi düşük için kullanılan mifepristone ve misoprostol ,1980 de kullanıma sunulmuştur. Sadece Hindistan’da 1992 den günümüze 7 firma bu ilaçları üretmektedir. Dünyada 50 den fazla ülkede 100 milyon kadına tıbbi düşük uygulanmıştır. Fransa ve Çin’de istenmeyen gebeliklerin %50 den fazlası tıbbi düşükle sonlandırılmaktadır. Dünyada istenmeyen gebeliklerin tıbbi düşükle sonlandırılma oranı ;Tunus’ta %70,İsveç’te %64,İskoçya’da %60 civarındadır.
 
Celal Bayar Üniversitesi’nden Prof .Dr.Erhan Eser’in ilk oturumun başkanlığını yaptığı toplantıda, değerli hocamız, halk sağlığı ve kadın doğum uzmanı Başkent Üniversitesi Kadın Çocuk Sağlılığı ve Aile Planlaması Araştırma ve Uygulama Merkezi-BÜKÇAM müdürü Prof. Dr Ayşe Akın, toplantının açılış konuşmasında; Türkiye’nin geçmişte izlediği üreme sağlığı politikalarının pek çok ülkeye örnek olacak özellikte olduğunu, kadın ,anne ve çocuk sağlığına olan olumlu etki ve katkısının yıllar  içinde yapılan bilimsel araştırmalarla ortaya konulduğunu söyledi.
Türkiye’de sağlıksız koşullarda yapılan düşüklerin anne ölümlerine neden olmasının önüne geçmek amacı ile  düşüklerin, 10. haftaya dek yasallaştırılmış olduğunu. Bu yasa ile getirilen diğer önlemlerle, etkili gebeliği önleyici yöntem kullanımının da hızla arttığını, ayrıca bu yasanın uygulanması ile, isteyerek düşüklerin anne ölümlerinin içindeki payının  % 2 lere kadar düşmesini sağladığını ifade etti. İsteyerek  düşüklerin ,Türkiye’de azalan  hızda, ancak yine de başvurulan bir yöntem olduğunu belirtti. (2008 Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması’na göre 10 gebelikten biri isteyerek düşükle sonlanıyor)
Türkiye’de daha önce yapılmış olan faz 3 klinik araştırmaları ve bu araştırmaların toplantı da sunulmuş olan sonuçları göz önüne alındığında; cerrahi düşük yönteminin risklerini taşımayan, gebeliğin erken dönemde sonlandırılmasında çoğu Avrupa Ülkeleri olmak üzere halen dünyada 50 den fazla ülkede uygulanmakta olan tıbbi düşük uygulamalarının Türkiye’de, kadınlara standart üreme sağlığı hizmetleri içinde bir seçenek olarak sunulmasının uygun olacağını ifade etti.
Tıbbi düşük yönteminde kullanılan mifepriston ve misoprostol’ün Türkiye’de de tıbbi düşük yöntemin de kullanılması için ruhsatlandırılma işleminin gecikilmeden tamamlanması gerektiğini vurguladı. 
Klinik  yükü ve malzeme ihtiyacını azaltması,daha ekonomik olması hekimin daha az zamanını alması  cerrahi bir işlem  olmaması, anestezi  gerektirmemesi  döllenmeyi  takiben   daha    erken  gebelik haftalarında  uygulanabilmesi (ancak en geç 9 hafta)rahim ağzında zedelenme, rahim delinmesi,  enfeksiyon gibi risklerinin  olmaması nedenleri ile bu yöntemin ülkemizde de uygulanması gerektiğini savundu.
 
Prof.Dr.Ayşe Akın ;Türkiye’de tıbbi düşükle ilgili neler yapıldığını aşağıdaki gibi anlattı; 
1993 –ilk kez, mifepristone kullanımı, Sağlık Bakanlığı Bilimsel Komisyonu’nun gündemine geldi,
1994 – İkinci kez gündemde tartışıldı ve11.02.1994 Bilimsel Komisyon Toplantı Tutanağında RU-486 (etken madde mifepriston )adlı preparatın kullanıma sunulmasının uygun olacağı, ancak kullanıma sunulmadan önce bir ön çalışmanın yapılması, söz konusu preparatın uygulanmasında bazı prensiplerin (nerede, nasıl ve kimler tarafından uygulanacağının)belirlenmesi için bir çalışmanın yapılmasına karar verilmiştir” denildi.
 
Türkiye’de Yeni Yaklaşım;  “Medikal Abortus- Tıbbi Düşük”
Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın izni ile bir seri Faz III klinik araştırma yapıldı;
1999 , 1. faz 3 klinik çalışma (Population Council desteğiyle), Tıbbi düşüğün Cerrahi düşükle kıyaslanması, 207 olguda , (Ankara, İzmir ve Eskişehir, olmak üzere 4 klinik merkezde uygulandı.)
2003,   2. faz 3 klinik çalışma (Gynuity Health Projesi desteğiyle), 209 olguda, Ankara’da 3 klinik merkez (misoprostol, dil altı veya ağızdan kullanılması , evde, veya klinikte tercih edilmesi karşılaştırıldı)
2009,  3. faz 3 klinik çalışma (Gynuity Health Projesi desteğiyle), 500 olguda, Ankara, İstanbul ve İzmir’de olmak üzere 4 klinik merkez( Randomize – misoprostol evde veya klinikte, dilaltından veya ağızdan kontrollü çalışma)
Bu çalışmaya biz de dahildik ve İzmir de 131 olgu da tıbbi düşük yöntemiyle cerrahi girişim yapmadan %97 başarı oranı ile istenmeyen gebelikleri sonlandırdık.).
 
 2009-2012, Dünya Sağlık Örgütü işbirliği ile Ankara, İzmir, Manisa ve Van illerinde yürütülen araştırma: Hizmet sunanların (Kadın Doğum uzmanı, Genel Pratisyen ve Ebe Hemşirelerin) ve gelecekte hizmet sunacakların, (Tıp ve ebelik-hemşirelik son sınıf öğrencilerinin) güvenli düşük cerrahi ve tıbbi düşük yöntemleri ile ilgili düşünceleri , görüşleri  ve  uygulamaları nelerdir ? 
(Niteliksel Araştırma -Daha önceki projelerde  yer alan personel ile, derinlemesine görüşme)
Prof. Dr. Ayşe Akın; yapılan araştırmalardaki temel amacın;
Türkiye’de tıbbi düşüğün resmi olarak kabul edilebilmesi için kanıt sağlamak, ve tıbbi düşük yönteminin, rutin üreme sağlığı hizmetlerinin içinde verilmesinin sağlanması olarak yorumladı.
 
Günümüzde, Türkiye’de Nüfus Politikalarının değiştirilmesi için gerekçeler var mı ? sorusunun yanıtı olarak da ;
 Nüfusumuz  %0 .15 hızı ile artıyor
Geçmişteki yüksek doğurganlık nedeni ile halen büyük bir “genç nüfusumuz” mevcut,
 Yaşlı nüfusumuz ancak 2030 yılında % 13.6’ya ulaşacak 2050 yılında % 17.3 olacaktır yani bu günden “nüfus yaşlanıyor kaygısı” haklı değildir. (Birleşmiş Milletler’in yaşlı nüfus tanımı)
 Türkiye’de isteyerek düşükler giderek azalıyor.
Düşüklerin anne ölümleri içindeki payı % 2 ler civarına indi.
 Kadın sağlığı düzeyi daha iyiye gidiyor.
Toplum,hem Aile Planlaması hizmetlerini hem de düşük hizmetlerini talep ediyor
‘’Sonuç olarak Nüfus politikasının değiştirilmesi için bilimsel bir gerekçe mevcut değildir .’’ yorumunu yaptı.
 Günümüzde, Aile Planlaması uygulamaları ile ilgili olarak  üst düzey karar vericilerin;
“Üreme Sağlığına önem vereceğiz ama hükümet olarak aile planlamasını benimsemiyoruz, Her kadın en az 3 çocuk doğurmalıdır” gibi söylemlerinin endişe verici olduğunu ifade etti.
Türkiye’de 1965 yılından sonra uygulanan nüfus politikaları daima liberal, birey haklarına saygılı, gönüllülüğü esas alan nitelikte olmuştur. Bazı ülkelerde olduğu gibi hiçbir zaman devlet, ailelerin çocuk sayısı ile ilgili ne fikir yürütmüştür ne de baskı yapmamıştır. Çin örneği ne kadar yanlış ise günümüzdeki Türkiye örneği de o ölçüde yanlıştır….Doğurganlığa karar verme ve seçim “kadın ve erkeğin”, ancak özellikle de her anında risklerin olabileceği çok uzun bir süreyi yaşayan kadının , bu konuda özgür iradesi ile herhangi bir yönlendirmeye maruz kalmadan karar vermesi, kendisinin temel bir “insan hakkıdır”.
Bu hakkın teslimi ise devletin anayasal görevi olmak durumundadır.
Türkiye’de “Aile Planlaması konusu” politik amaçla asla kullanılmamalıdır.
Aksi takdirde, bu tür yaklaşımlar bu günün ve yarının kadın, anne, çocuk, aile ve toplumun sağlığına zarar verecektir.
Özetle; Türkiye’de doğurganlığın düzenlenmesi / aile planlaması konusunda atılmış olumlu adımlar, isteğe bağlı gebelik sonlandırma dahil, sahip olunan haklar bağlamında daha da güçlendirilerek sürdürülmelidir diyerek sözlerini tamamladı.
Oturum başkanlığını Dokuz Eylül Üniversitesinden Doç. Dr. Türkan Günay ve Samiye Mete’nin yaptığı toplantının ikinci bölümünün ilk konuşmacısı;
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı Başkanı ,değerli hocam, Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciyken benim yönlenmemi ve kadın doğum uzmanı olmamı sağlayan değerli ağabeyim Prof. Dr. Sinan Özalp ise ülkemizde tıbbi düşükle ilgili ilk bilimsel çalışmanın sonuçlarından bahsetti. 1999-2002 arası gerçekleştirilen bu çalışmada 209 tıbbi düşük olgusuyla 260 cerrahi düşük olgusu karşılaştırılmıştı. Tıbbi düşük amacıyla 200 mg mifepriston tablet ağız yoluyla verildikten sonra 15 dakika gözlenen  kadınlar evlerine gönderilmiş, iki gün sonra evde veya klinikte 400 mcg misoprostol tablet yutmaları önerilmişti. Kadınların %74 ü misoprostolü evde almayı tercih etmişlerdi. Tıbbi düşük ve cerrahi düşük uygulanan olgular 14 gün sonra kontrole çağrılmıştı.
15 gün sonraki kontrolde tıbbi düşük olgularının %16.3 ü cerrahi düşük olgularının da %6.2 sinde tekrar cerrahi müdahale ile düşüğün tamamlanması gerekmişti.
Ortalama kanama süresi ;tıbbi düşükte 9.7 gün (5-13 gün arası ), cerrahi düşükte 6.8 gün (2-11 gün arası) olmuştu. Ortalama ağrı süresi ise tıbbi düşükte 3.6 gün , cerrahi düşükte ise 3.7 gün olmuştu.
Tıbbi düşük uygulanan kadınların %71.6 sı, cerrahi düşük uygulananların %28.4 ü bu yöntemden memnun kalmışlardı. Tıbbi düşük uygulananların %92.4 ü mecbur kaldıklarında tekrar bu yöntemi tercih edeceklerini,%93.9 u ise başkalarına da önerebileceklerini ifade etmişlerdi. Cerrahi düşük uygulananlarda ise bu oranlar sırasıyla %71.3 ve %71 idi.
 
Tıbbi düşük uygulaması sürecinde yaşamı tehdit eden bir durum ve ciddi komplikasyon oluşmadı. Diğer bulgular kendiliğinden düşüğe benzerdi ve iyi tolere edildi. Kadınlar süreci “daha doğal” şeklinde tanımladılar. Kadınlar ve hizmet sunucuların yöntem hakkındaki izlenimleri ve görüşleri olumluydu. Prof.Dr Sinan Özalp sonuç olarak ;tıbbi düşüğün güvenli ve kolay uygulanabilen bir yöntem olduğunu,kabul edilebilirlik ve başarı hızının yüksek olduğunu ,tıbbi düşük hizmeti yaygın bir şekilde sunulabilirse, isteyerek düşük hizmetlerindeki karşılanamayan gereksinimin azalmasına katkı sağlayacağını vurguladı.
 
’’ Güvenli düşük bireysel bir haktır.Bu hakkı kullanmada kişinin yöntem seçme hakkı da vardır.Güvenli düşük seçenekleri içinde tıbbi düşük de yer almalıdır.’’
diyerek sunumunu tamamladı.
Hacettepe Üniversitesinden Dr.Bahar Güçiz Doğan ;’’Tıbbi düşüklerde mifepriston, misoprostol Seçeneklerin Artırılması’’ konulu sunumunda ; 2.Faz 3 araştırma sonuçlarını anlattı. Misoprostolün evde veya klinikte, ağızdan veya emilimi daha hızlı olan dil altı uygulamalarının etkinliğinin ve kabul edilebilirliğinin karşılaştırıldığı bu çalışmada ; olguların %97.1 i misoprostolü evde %2,9 ise klinikte almayı tercih etmişlerdi. Olguların sadece %22.2 si misoprostolü dil altına yerleştirerek emilimini tercih ederken, %77.8 i alışık oldukları oral (ağızdan yutularak) almayı seçmişlerdi.
Toplam 207 olguda ortalama %95.2 istenmeyen gebelik başarıyla sonlanmıştı.    ( oral 200 mg mifepristondan iki gün sonra alınan 400 mcg misoprostolun alınma şekillerine göre ; dil altı %90.5,oral % 98.1,evde %95.5,klinikte %98.5 istenmeyen gebelik başarıyla sonlanmıştı)
BÜKÇAM müdür yardımcısı Dr. Nihal Bilgili Aykut ise ;’’Kadınların Güvenli Düşük Seçeneklerinin Arttırılması’’ konulu sunumunda ;499 olguyu içeren (kliniğimizde de 131 olguda tıbbi düşük uygulamasının yapıldığı) 3. Faz 3 çalışmasının sonuçlarından bahsetti. Bu çalışmada amaç ;misoprostolün ağızdan veya dil altından uygulama yöntemlerinin etkinlik veya kabul edilebilirlik açısından birbirine üstünlüğünü değerlendirmek idi. Çalışmaya Ankara Zekai Tahir Burak ve Etlik Zübeyde Hanım Doğumevi, İstanbul’dan Haydarpaşa Numune hastanesi ve kliniğim İzmir Ege Doğumevi katılmıştı.
Son adet tarihinin ilk gününden itibaren 63 güne kadar gebeliği olan kadınlardan  istenmeyen gebelik nedeniyle tıbbi düşüğü seçenler çalışma grubuna alınmışlardı. Dr. Nihal Bilgili Aykut; çalışma ile ilgili verileri paylaştı ve tıbbi düşüğün istenmeyen gebelikleri sonlandırmada çok etkili olduğu, sağlıklı ve güvenilir olduğu, evde uygulanmasının da güvenilir olduğu ve kadınlar tarafından tercih nedeni olduğu, yan etkilerinin kadınlar tarafında kabul edilebilir bulunduğu, memnuniyetin yüksek olduğu, misoprostolün farklı kullanım yollarının da etkili ve kabul edilebilir olduğunun görüldüğünü belirterek konuşmasını tamamladı.
Son söz olarak; ’’Bilimsel gelişmelerden yararlanmak Türkiye’de yaşayan kadınların da hakkıdır, artık tıbbi düşük Türkiye’de de kadınların kullanımına sunulmalıdır’’ diyerek sunumunu tamamladı.
Hacettepe Üniversitesinden Dr. Şevkat Bahar Özvarış ‘ın sunum konusu ise ; ’’Sağlık hizmeti sunanların güvenli düşük ve tıbbi düşük konusundaki görüş ve algıları’’ idi. Araştırma sonuçlarına göre, görüşülen personelin çoğu tıbbi düşüğü biliyor,  lehinde düşünüyor.  İstenmeyen gebeliklerin sonlandırılması için uygun, ulaşılabilir ve temin edilebilir olmasını istiyordu.
 
Ancak çalışma; tıbbi düşük yöntemi uygulanabilir olsa dahi ,yöntem ile ilgili doğru bilgi eksikliğinin, ülke çapında bu hizmetin sunulması ile ilgili temel sorun olduğunu gösterdi. Bu yüzden, bütün yanlış bilgilerin düzeltilmesi gerektiği ve tıbbi düşük konusundaki bilgi eksikliği; lisans ve hizmet içi eğitim  programlarına bu konuların eklenmesiyle tamamlanması gerektiği vurgulandı.
 
Araştırmanın bulguları; toplumsal cinsiyet ile ilgili konuların,
 toplumsal baskının ve yüksek maliyetin düşük hizmetlerine ulaşmada engel olduğunu gösterdi
Başkent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Sare Mıhçıokur’un sunumunun konusu ise; ’’Tıp fakültesi ve hemşirelik son sınıf öğrencilerinin güvenli düşük ve tıbbi düşük konusundaki görüş ve algıları’’ idi.
Araştırmaya katılan tıp fakültesi ve hemşirelik bölümü son sınıf öğrencilerinin çoğunluğu istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması gereksinimin karşılanabilmesi amacıyla tıbbi düşük hizmetlerinin sunulması, ulaşılabilir olması ve yaygınlaştırılması gerektiğini düşünmekteydi.
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim görevlileri Dr. Belgin Ünal ve Dr. Gül Ergör’ün oturum başkanlığı yaptığı toplantının öğleden sonraki bölümünde konuşmacı Dokuz Eylül Üniversitesinde öğretim görevlisi Dr. Hatice Şimşek Keskin ; İzmir ilinde ,Celal Bayar Üniversitesinden Dr. Saliha Altıparmak ise Manisa ilinde , sağlık hizmeti sunanların ,güvenli düşük ve tıbbi düşük konusunda görüş ve algıları konusundaki çalışma sonuçlarını sundular. Çalışma sonuçlarında; tıbbi düşüğün ülkemizde bir seçenek olması konusunda ,sağlık personelinin çoğunluğunun olumlu görüşlerini yansıttılar.
Ondokuz Mayıs Üniversitesi sosyoloji bölümünden Doç. Dr. Kezban Çelik’in sunumunun konusu;’’ İki ucu keskin bıçak, İstenmeyen gebelik ,isteyerek düşük, Türkiye’de İstenmeyen Gebeliklerin Sonlandırılmasında  Yeni Bir Yöntem olarak Tıbbi Düşük’’ idi. İzninizle kendisinin, istenmeyen gebelikte fetusun yaşama hakkını savunanlara karşı sunumundaki yorumu paylaşmak istiyorum;
 ‘’Öncelikle hepimiz ve özellikle hizmet sunucular doğal hak temelli bir anlayışa inanmamız gerekiyor. Hakları pratik sonuçları dikkate alarak haklılaştırmanın yanlış bir yaklaşım olduğuna inanmamız gerekiyor. Hakkı haklılaştıran koşullar ortadan kalktığı vakit hakkın kullanımı olanaksız hale gelebilmekte ve kadın “suçlu”, “bencil”, “cani”, “ahlaksız”, “katil” olabilmektedir. ‘’
Toplantının sonundaki panelde oturum başkanı Prof. Dr. Ayşe Akın, konuşmacılar; Prof. Dr. Sinan Özalp , değerli ağabeyim İzmir’de aile planlamasının duayeni Op. Dr. Üzeyir Kırca ,Dr. Nihal Bilgili Aykut, Amerika Birleşik Devletlerinden VSHD medikal direktörü Dr. Samiye Zeynep Godel ve ben idim.
Dr. Samiye Zeynep Godel ‘’Dünyada Tıbbi Düşük’’ konulu sunumunda ; güvenli olmayan düşüklerin dünyadaki anne ölümlerinin %13 ünden sorumlu olduğunu vurguladı.2008 de dünyada 22 milyon güvenli olmayan düşük yapıldığını, bunların %98 inin gelişmekte olan ülkelerde olduğunu belirtti. Güvenli olmayan düşüğe bağlı anne ölümlerinin hemen hepsinin gelişmekte olan ülkelerde meydana geldiğini vurguladı.
İstenmeyen gebeliklerin düşükle sonlandırılması yasal olarak kısıtlandığında , anne ölümlerinin arttığını bilimsel olarak yansıtan Romanya örneğini ,gösterdiği tablodaki çarpıcı rakamlarla açıkladı.
Mifepriston ve misoprostolün tıbbi düşükte birlikte kullanıldığında, etkinliğin %95-99 arasında olduğunu, sadece misoprostol kullanıldığında bu oranın %84 lere düşebildiğini ifade etti. Mifepristonun 50 ülkede ruhsatlandırıldığını , misoprostolun ise dünyada birçok ülkede kullanıldığını, bazı ülkelerde ise gebelikte kullanımı için özel olarak ruhsatlandırıldığını ifade etti.
Dr. Samiye Zeynep Godel’in çarpıcı bir açıklaması da gebelikten korunma yöntemleri ile ilgiliydi. Dünyada düşük oranlarında 2003 ten 2008 e bir duraklama gözlendiğini, ancak bu dönemde gebelikten korunma yöntemlerinin artışındaki duraklama ile eşzamanlı meydana geldiğini söyledi.
Değerli ağabeyim Op. Dr .Üzeyir Kırca; istenmeyen gebeliklerin sonlandırılmasında kürtaj kelimesi yerine ,seçilen cerrahi veya tıbbi düşük tanımlarının kullanılmasının daha yerinde olacağını ifade etti.
Dr. Nihal Bilgili Aykut ‘da ‘’Birinci Basamakta Güvenli Düşük ve Tıbbi Düşük ‘’ konulu sunumundaki bir yansıda ;
‘’Öğrendiğim iki şey; Bir kadının doğurmak için yapamayacağı şey yoktur-Bir kadının doğurmamak için yapacağı şey yoktur’’
ifadesi hepimiz için ibret vericiydi. Birinci basamakta tıbbi düşükle ilgili verileri yansıttıktan sonra aşağıdaki mesajlarla sunumunu sonlandırdı;
İsteyerek düşük hizmeti istemeden gebe kalan bir kadına son bir şans sunmaktadır.
İsteyerek düşüklerin yasaklarla azaldığı dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Tersine kısıtlamalar güvenli olmayan düşüklerin ve anne ölümlerinin artmasına yol açmaktadır.
Düşük hizmeti olabildiğince atravmatik yöntemlerle sunulmalıdır.
Tıbbi düşük, gebeliğini sonlandırmak isteyen bir kadın için, güvenli bir seçenek oluşturmaktadır.
Tıbbi düşük yeterli üst basamak desteğiyle birinci basamakta da uygulanabilir.
Ülke koşullarına uygun bir uygulama protokolü bilimsel bilgi ışığında konunun uzmanlarınca oluşturulmalıdır.
Doğurganlığı konusunda karar vermek, bunun sonuçlarını yaşayan, katlanan kadınların hakkıdır.
Bu kararı uygularken bilimin ve teknolojinin sağladığı tüm olanaklara ulaşmak ülkemiz kadınının da hakkıdır.
Ben de sunumumda dünyada, ülkemizde ve kliniğimizde tıbbi düşük uygulamalarından bahsettim.
 
Tıbbi düşük uygulamaları ile ilgili bilimsel çalışma sonuçlarının Dünya Sağlık Örgütünün 2012 de güncellediği yönergesinde bulunduğunu ve burada önerilen doz ve yaklaşımların göz önünde bulundurulması gerektiğini ifade ettim.
Daha önce de bu köşede paylaştığım İstanbul’daki Tıbbi Düşük Toplantısı ile ilgili diğer yazımda , yetkili uzmanlardan duyduğum ,eski doğu bloku ülkelerinde istenmeyen gebelikleri sonlandırmadaki yaklaşımlardan bahsettim. Örneğin Rusya’da;
2010 dan itibaren ortodoks kilisesinin de etkisiyle kürtaj politikası değişmiş
Gebelik kriz merkezleri oluşturulmuş
Kürtaja karar verme için bekleme süresi 2 günden 7 güne çıkarılmış
Bu süreçte ortodoks dini eğitimli psikolog danışmanlık veriyor
Kürtaja yaş sınırı getirilmeye çalışılıyor
Sosyal gerekçelerle kürtaj 12 hafta üzeri gebeliklerde uygulanmıyor
Doktorların kürtajı reddetme hakları teşvik ediliyor
Doktorlar medikal abortusu geçmişteki yüksek dozlarla(600 mcg mifepriston) uyguluyorlar
Dünya Sağlık Örgütünün önerdiği güncel dozlarını bilmiyor ve uygulamıyorlar
Jinekologların sadece %70 I kürtaj uyguluyor
Elle vakum aspirasYonu (MVA) oranı sadece %15,küret kullanılıyor
2013 ten beri medikal abortus (tbbi düşük) ilaçlarını kendi ürettikleri halde,şimdi bu ilaçları reçetesiz alamıyorlar
Kürtaj kliniklerinin ayrıca ruhsat alması gerekiyor
Kürtaj kliniklerinde gebelere ultrasonografi ile bebek ve kalp atımları mutlaka gösteriliyor
Kürtajın nasıl uygulandığını gösteren kanlı kürtaj videoları mutlaka izletiliyor
Diğer doğu bloku ülkelerinde de benzer durumlar var
Ancak romanyada kadin örgütleri ve sivil toplum kuruluşlari uluslararasi kuruluşlarla işbirliği içinde direniyor
Konuyla ilgili ayrıntılı bilgileri eklediğim linkteki ‘’İLAÇLI DÜŞÜK KÜRTAJ VE ÜREME SAĞLIĞI ‘’ konulu diğer yazımda görebilirsiniz.
 
2008 Türkiye Nüfus Sağlık Araştırmasında istenmeyen gebeliklerin düşükle sonlandırılmasının %10 lara düştüğünü.(Her yıl 1.5 milyon kadın gebe kaldığına gore,yine de yılda 100.000 üzerinde istemli düşük oluyor),ve %70 oranda gebeliklerin özel sektörde sonlandırıldığını belirttim.
Herhangi bir kadının yaşamının herhangi bir döneminde istenmeyen gebelikle karşılaşma şansının ülkemizde üçte bir civarında olduğunu,etkin korunma yöntemlerini doğru ve düzenli kullananlarda bile her yıl belli oranlarda istenmeyen gebeliklerle karşılaşılabildiğini vurguladım.
İzmir’de Ege Doğumevi Aİle Planlaması kliniğimize 11 yıl içinde başvuran 52505 olgu ile Diyarbakır’a başvuran yaklaşık 30.000 olguyu karşılaştırdığımız çalışmamızdan örnekler verdim. İzmir’deki kliniğimize başvuranların %23 ü, Diyarbakır’a başvuranların % 4.7 si istenmeyen gebeliklerini sonlandırmak amacıyla kliniğe gelmişlerdi. Başvuranların demografik değerlendirmesinde; İzmir’de  okur yazar olmayan kadın oranı 1998 den 2009 a %7.9 dan %1.5 a düşerken, Diyarbakır’da bu oran %40 dan %51’e yükseliyordu.
Çarpıcı diğer bir bulgu da ;4 ve üzeri çocuk yapma oranı ve 40 yaş üzeri doğum yapma oranı İzmir’de azalırken Diyarbakır’da artıyor olmasıydı.
İstanbul’da 9.ESC (Avrupa Gebelikten Korunma Derneği) kongresinde sunduğumuz bildiride 1998-2004 arası elle vakum aspirasyonu uyguladığımız toplam 8536 cerrahi düşük olgusunun (dünyada belirtilen en büyük olgu serilerinden) %3.83 ünde plasenta retansiyonu (gebelik ürünün parçası kalması) gözlemiştik. Başvuran olguların %47.3 ü 20-30 aş arasındayken, parça kalan olguların %50.8i 31-40 yaş arasındaydı.Parça kalan olguların doğum sayıları, önceki istemli veya istemsiz düşük sayıları arasında anlamlı fark yoktu.
2006 da 1623 olguyu yayınladığımız çalışmada da istenmeyen gebelikleri elle vakum aspirasyonu yöntemiyle sonlandıran deneyimli ekibimizde parça kalma oranı %5 civarında belirlendi.  
Bu çalışmada da istenmeyen gebelikleri sonlandırılan kadınların yaşı ilerledikçe (myom oran artar), kilosu aşırı oldukça ve gebelik haftası ilerledilkçe parça kalma oranı artmaktaydı.Bu çalışma dünyada birçok çalışmadan atıf aldı.
Kliniğimizde 131 olguya istenmeyen gebelik nedeniyle tıbbi düşük seçeneği sunduk. Olgularımızın %42 si önceden sezayen ile doğum yapmış, % 86 si hiç kendiliğinden düşük yapmamış,%67 si istemli düşük yapmamıştı. Deneyimli,özverili klinik sorumlusu ebe hemşiremiz Ayşegül Dönmez’in ayrıntılı danışmanlığı, olguları ilaçların evde almalarını telefonla hatırlatacak kadar özverili izlemi sayesinde son adetin ilk gününden itibaren 32 günden 63 güne kadar istenmeyen gebeliklerin %97 si düşükle sonuçlandı.
Diğer bir çalışmamız tıbbi düşük uygulanan kadınların eşleriyle ilgiliydi. Erkeklerin;
%69.7’si yöntemden çok memnun kaldığını belirtti.
 %21’i yöntemi çok zor,
 %19.3’ü hiç zor değil olarak tanımladılar.
%49.6’sı medikal abortusun yan etkilerini çok kabul edilebilir olarak değerlendirdiler.
 Tekrar isteyerek düşük yapılması gerektiğinde olguların %89.1’i medikal abortusu (tıbbi düşüğü) tercih ettiler.
Tıbbi düşük uygulanan 131 olgumuzdan 6 olgu, gebelikten korunma yöntemleri ile ilgili uzun süren ayrıntılı danışmanlık verildiği halde bir yıl içinde tekrar istenmeyen gebelik nedeniyle kliniğimize başvurdular. Bunlardan bir olgu ,ilk 3 ay içinde tekrar gebe kalmıştı. Bu olguların üçte ikisi kondomla korunmayı seçmişlerdi. Olguların tamamı gebelikten korunma yöntemlerini kullanmaya özen göstermedikleri için tekrar gebe kalmışlardır.
Tıbbi düşükten hemen sonra tüm gebelikten korunma yöntemleri güvenle kullanılabilir. Doğum kontrol hapları, kondomlar ve enjeksiyonla gebelikten korunma yöntemleri misoprostol uygulandığı gün kullanmaya başlanabilir.
Mifepristondan 5-9 gün sonra ise güvenle rahim içi araç uygulanabilir.
Toplantı katılımcılarına ülkemizde tıbbi düşükle ilgili bilimsel çalışma sonuçlarını da içeren ;’’TÜRKİYE İÇİN YENİ BİR SEÇENEK,TIBBİ DÜŞÜK’’ başlıklı kitap armağan edildi. Ülkemiz için çok önemli bu bilimsel toplantının sonuç bildirgesi de hazırlık aşamasında.
İstenmeyen gebeliklerle karşılaşmamanız dileğiyle

YORUM YAZ