Bir "Türkü"nün ettikleri…

  • 0
  • 853
Yazı Boyutu:

Folklor ve müzik zengini Türkiye'mizin binlerce eserlerinden biri var...
Bu, bir uzun hava: “Tükendi nakd-i ömrüm/ Dilde sermayem bir ah kaldı”yı iyi okuyan biri olduğunda insanın ciğerine işler, iliklerine hatta kemiklerine kadar ulaşır. Bir bakmışsınız sözlerle sizde duygu yoğunluğunda eriyip gidiyorsunuz….

Eğer eşlik eden bağlama veya kaval’da iyi çalınıyorsa o zaman duygu yoğunluğunuz artar da gider….

Yıl 1974, Kıbrıs’a çıkartma yapılmış. Keşan’askerim ve söylemesi ayıp çok popülerim.

Yerel gazetelerde, her gün yeni bir bir şiirim yayınlanıyor…

Gündüz İnzibat Bölüğü’ndeki takım çavuşluğumun yanı sıra geceleri Orduevi’nde müzik, boş zamanlarımda ise bazen Keşan’ın kızlarına, bazen arabesk, bazen esprilerle çakılı besteler yapıyorum.

Tanrım, ne güzel günler di…

İlk kez Abdülhamit’ten dinlemiştim kazan dairesinde görev dışı zamanlarda yaptığımız meşkler sırasında…  

İlk dinleyişimde de ağlamıştım, söylemesi ayıp her dinleyişimde yine ağlarım ya da ağlamaklı olurum…

Gözümün önünden haki kıyafet içindeki kendim geçerim, Abdülhamit geçer, geçer, geçer…

Astsubay eşlerin yürüyüş yaptığı bir gün ve o günde aklıma gelen melodiyi kaydedecek veya notasını yazacak imkan olmadığı için topukları k’ıma vururcasına koşarak İnzibat Merkez  Komutanlığı’na gelişim geliyor….

Nereden nereye…

Asker ocağı; ana baba hasretini, yavuklu hasreti çekenlerin ömrünün bir bölümünü geçirdiği,

Asker Ocağı; büyüklerinin deyimi ile cahil ya da çocuk olarak gidildiği ve adam olarak dönüldüğü bir görevdir,  Her erkeğin vatanına ifa etmesi gereken görevini yerine getirdiği yer dir…

İster benim gibi Burhaniye Çavuş Talimgahı’nda başlayıp Edirne’nin  Keşan’ın da olsun,

İster Karadeniz, İster Akdeniz, İster İzmir’de isterse bir başka ana kuzusu olarak Şırnak ya da Hakkari’nin dağlarında bu görevi yapsın, çok kısa sürede tanışıp ölümüne dostlukların gerçekleştiği bir süreçtir Asker Ocağı…

Tutulan nöbet yoğunluğundan eğitim sırasında ayakta uyunan, kendisini dinlemediği gerekçesiyle memleketi sorularak memleketine doğru uygun pozisyonda durması ve alacağı darbelerden hasar görmemesi için bazı organlarının tutulmasının istendiği yer dir Asker Ocağı…

Dostların uyuduğu, düşmanların uyanık olduğu saatlerde; belki 2 saatlik, belki 3 saatlik nöbetlerin tutulduğu, ölümün kol gezdiği saatlerin yaşandığı yer dir Asker Ocağı...

Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de ya da ülkenin başka bir yerinde bu ülke için kanlarını döken vatan evlatlarının; Laz’ın, Çerkez’in, Alevi’nin- Sünni’nin, Kürdün- Türkün çocuklarının görev yaptığı bir yer dir Asker Ocağı….

İster 15 ay, ister 18, isterse 24 ay görev yapsın, anne baba kuzuluğundan çıkılmanın  öğrenildiği, zaman zaman birlikte ağlanıldığı, birlikte gülünüldüğü, vatani görevlerin sonrasında da devam eden “Asker Arkadaşlığı”nın kurulduğu bir okuldur  Asker Ocağı…

Çok özel bir yuvadır….

35 yıla ulaşan bir süreçte kaybolmayan bir dostluğun ev sahibi Asker Ocağı’nda tanıştığım ve yaşamın getirdiği nedenler sonucu zaman zaman iletişim kopukluğu yaşansa da Abdülhamit ya da Hamit’le bizim dostluk öykümüz, kimisine göre çok gereksiz de de olsa bu yazıyı okuyanlardan bazılarını belki de şu anda askerlik döneminin yaşandığı bir yolculuğa çıkardı bile…

Ah be dostum, yine bir duygu yoğunluğu yaşatan bu eseri benim için ister içinden, istersen sesli olarak söylermisin….

YORUM YAZ