Hiç 212’im olmadı, Sarı Basın kartım da…

  • 0
  • 1.305
Yazı Boyutu:

 
Geçtiğimiz akşamlardan biri…

Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde DYO yarışma sergisi açılışındayız…

Yener Özkesen ve Çetin Gürel ağabeyin fotoğrafını çekmemin ardından konu gazeteciliğim konu oluyor.

Sevgili Yener Özkesen'in İzmir Gazeteciler Cemiyeti seçimleriyle ilgili açılan konuşmamız sırasında İGC üyesi olmadığım gibi Sarı Basın Kartım olmadığını da öğrendiğindeki hali görülesi boyutta…

Orada jet hızıyla anlattığım gazetecilik öykümü buraya taşıyayım da merak edenler olursa neden benim Sarı Basın kartım yok öğrensinler istedim…


***

Evet. Ne cemiyet üyesiyim ne de sarı basın kartım var…
 
Neden mi?

Anlatayım efendim. 

Yıl 1983 veya 84.

Bir devlet dairesinde memurum, aynı zamanda profesyonel müzisyenim, fotoğrafçılık ta yapıyorum.

Müzik yönetmenliğini yaptığım halk oyunları derneği, Hürriyet Gazetesi ile tatilcilere yönelik müthiş etkinlikler yapıyor… 

Ben sahnede işim bittikten sonra çok beğendiğim Aykut Fırat’ı ilgiyle izliyorum, rahmetli Hüseyin Baradan ağabey de beni…

Marmaris’te yapılan etkinlik bitmiş, Datça’ya gelmişiz, Mis gibi denizi görünce kaçırırmıyız, yüzüyoruz. Giyindikten sonra kurulmuş olan ziyafet sofrasında bir yer bulmaya çalışırken Hüseyin Ağabey’in beni çağırdığını duyuyorum.  Yanında bana bir sandalye ayırmış…

Yemekleri yerken bir yandan da beni sorguluyor…

Fotoğrafla yakınlığımı soruyor, yazı yazıp yazmadığımı soruyor. Şiir ve öykülerim olduğunu öğrenince İzmir dönüşü yanına uğramamı istiyor ve ben İzmir dönüşü öğle arasında soluğu yanında alıyorum…

Bana iki avuç dolusu dia film vererek haber olabileceğine inandığım konuları çekip, bir kağıda da haber bilgisini yazarak getirmemi istiyor.  O arada beni gazeteci ustalarla tanıştırarak gazeteci adayı olduğumu söylüyor…

Elimde makine, haber olabileceğine inandığım konuları çekip getiriyorum. Bir iki, bir iki derken sıcak bir yaz gününün sabahı  yattığım çadırdan kan ter içinde çıktığımda haberi görüyorum…

Tatilci komşularımız Hepimizin kullandığı tuvaletin deposuna imece usulü su dolduruluyor…

20- 25 kişi yanyana dizilmiş, sağ başta tulumbadan çekilen su elden ele tuvaletin üstündeki depoya dolduruluyor…

1 Kova tulumbanın altında, 7-8 kişi aralıklarda kovalar var. Merdivendeki kişide bir kova, bir kova da deponun üzerindeki arkadaşımız tarafından depoya dökülüyor…

Al sana haber. Üstelik ayağına gelmiş….

Hemen makinayı kaparsın ve çekimleri yaparsın...

Sonra ne olur? Hürriyet Ege’de Sürmanşet olur…

Başlık; “Tulumbacı Yazlıkçılar”

Resmi okuyup bitirdikten, “tamam oğlum artık sen gazetecisin” diyerek kendimi tebrik ettikten sonra resim altını okuyorum ve Şok! Şok! Şok! Fotoğraf benim ama başka bir imza…

Ve,

Benim gazeteciliğim başlıyor gibi olurken bitiyor bana göre. Çünkü emeğin gasp edildiği yer de ben yokum…

Yine memurluğa, müzisyenliğe ve fotoğrafçılığa devam…

 Birkaç yıl geçiyor. 
 
Yıl 1989. Sevgili Cemalettin Özdoğan ile Altınyunus ‘ta bir Türk Gecesi’nde denk geliyoruz. Programa ara verdiğimizde bizim usta zeybek İsmail Özboyacı ile benim konuyu görüşürken buluyorum ve ertesi gün de istediği evraklarla  Hürriyet’te oluyorum. Memur oluşum nedeniyle bir süre imza kullanılmıyor ama bir süre sonra kullanılmaya başlıyor. 

Mesai çıkışı, Hürriyet’e uğruyor, işleri alıyorum. Sabah filmleri bırakıp mesaiye gidiyorum, öğleyin yemeyi mideme doldurup soluğu gazete de alıyorum. Ama bu arada, arkadaşlarımın rahatsızlık duymaması için dairede de yıllarca deli gibi çalışıyorum…

Baba Demirel döneminde çıkan sanatçı borçlanmasını değerlendiriyor, askere gitmeden önceki ve sonraki müzisyenlik dönemlerimi, askerliğimi borçlanınca emeklilik zamanı da oldukça öne geliyor ve memur- gazeteci- müzisyen olarak taşıdığım 3 karpuzun birini, yani memurluğu noktalıyorum…

O dönem ki müdürüm Cemalettin Özdoğan elime bir kağıt tutuşturarak getireceğim evraklarla resmi olarak girişimin yapılmasını ve 212’li olmak ve de sarı basın kartı almam gerektiğini anlatıyor…

Bunu hak ettiğimi söylüyor ama idealist ben; Özdoğan’ın şaşkın bakışları arasında sosyal güvencemi elde ettiğimi, bir veya iki genç arkadaşı 212’li yapmasını istiyorum…

Özdoğan gülüyor. Bir gün yaptığım bu hareket ile ilgili olarak çok pişman olacağımı söylüyor ve ben odasından çıkarak masamın başına gidiyorum...
 
***

Yıllar geçiyor ve yaptığı işin en iyisini yapmayı kendine ilke edinen ben, bazen kendi kendime şunu soruyorum:  Sarı basın kartım olmalımıy dı?
 
Evet.  Olmalıydı… 

Hem de bu kadar uzun süre çalışan bir gazetecinin sürekli sarı basın kartı olmalıydı ama ben hakkımı bir veya iki genç arkadaş için kullanmayı tercih ettim…

***

Evet,
 
Benim 212’im hiç olmadı, Sarı Basın kartım da…

Ama hala umudum var internet gazeteleriyle ilgili yasanın ardından  benim de bir Sarı Basın Kartım olacak inşallah…
 

YORUM YAZ