Yazı Boyutu:
Geçtiğimiz akşamlardan biri
Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezinde DYO yarışma sergisi açılışındayız
Yener Özkesen ve Çetin Gürel ağabeyin fotoğrafını çekmemin ardından konu gazeteciliğim konu oluyor.
Sevgili Yener Özkesen'in İzmir Gazeteciler Cemiyeti seçimleriyle ilgili açılan konuşmamız sırasında İGC üyesi olmadığım gibi Sarı Basın Kartım olmadığını da öğrendiğindeki hali görülesi boyutta
Orada jet hızıyla anlattığım gazetecilik öykümü buraya taşıyayım da merak edenler olursa neden benim Sarı Basın kartım yok öğrensinler istedim
***
Evet. Ne cemiyet üyesiyim ne de sarı basın kartım var
Neden mi?
Anlatayım efendim.
Yıl 1983 veya 84.
Bir devlet dairesinde memurum, aynı zamanda profesyonel müzisyenim, fotoğrafçılık ta yapıyorum.
Müzik yönetmenliğini yaptığım halk oyunları derneği, Hürriyet Gazetesi ile tatilcilere yönelik müthiş etkinlikler yapıyor
Ben sahnede işim bittikten sonra çok beğendiğim Aykut Fıratı ilgiyle izliyorum, rahmetli Hüseyin Baradan ağabey de beni
Marmariste yapılan etkinlik bitmiş, Datçaya gelmişiz, Mis gibi denizi görünce kaçırırmıyız, yüzüyoruz. Giyindikten sonra kurulmuş olan ziyafet sofrasında bir yer bulmaya çalışırken Hüseyin Ağabeyin beni çağırdığını duyuyorum. Yanında bana bir sandalye ayırmış
Yemekleri yerken bir yandan da beni sorguluyor
Fotoğrafla yakınlığımı soruyor, yazı yazıp yazmadığımı soruyor. Şiir ve öykülerim olduğunu öğrenince İzmir dönüşü yanına uğramamı istiyor ve ben İzmir dönüşü öğle arasında soluğu yanında alıyorum
Bana iki avuç dolusu dia film vererek haber olabileceğine inandığım konuları çekip, bir kağıda da haber bilgisini yazarak getirmemi istiyor. O arada beni gazeteci ustalarla tanıştırarak gazeteci adayı olduğumu söylüyor
Elimde makine, haber olabileceğine inandığım konuları çekip getiriyorum. Bir iki, bir iki derken sıcak bir yaz gününün sabahı yattığım çadırdan kan ter içinde çıktığımda haberi görüyorum
Tatilci komşularımız Hepimizin kullandığı tuvaletin deposuna imece usulü su dolduruluyor
20- 25 kişi yanyana dizilmiş, sağ başta tulumbadan çekilen su elden ele tuvaletin üstündeki depoya dolduruluyor
1 Kova tulumbanın altında, 7-8 kişi aralıklarda kovalar var. Merdivendeki kişide bir kova, bir kova da deponun üzerindeki arkadaşımız tarafından depoya dökülüyor
Anlatayım efendim.
Yıl 1983 veya 84.
Bir devlet dairesinde memurum, aynı zamanda profesyonel müzisyenim, fotoğrafçılık ta yapıyorum.
Müzik yönetmenliğini yaptığım halk oyunları derneği, Hürriyet Gazetesi ile tatilcilere yönelik müthiş etkinlikler yapıyor
Ben sahnede işim bittikten sonra çok beğendiğim Aykut Fıratı ilgiyle izliyorum, rahmetli Hüseyin Baradan ağabey de beni
Marmariste yapılan etkinlik bitmiş, Datçaya gelmişiz, Mis gibi denizi görünce kaçırırmıyız, yüzüyoruz. Giyindikten sonra kurulmuş olan ziyafet sofrasında bir yer bulmaya çalışırken Hüseyin Ağabeyin beni çağırdığını duyuyorum. Yanında bana bir sandalye ayırmış
Yemekleri yerken bir yandan da beni sorguluyor
Fotoğrafla yakınlığımı soruyor, yazı yazıp yazmadığımı soruyor. Şiir ve öykülerim olduğunu öğrenince İzmir dönüşü yanına uğramamı istiyor ve ben İzmir dönüşü öğle arasında soluğu yanında alıyorum
Bana iki avuç dolusu dia film vererek haber olabileceğine inandığım konuları çekip, bir kağıda da haber bilgisini yazarak getirmemi istiyor. O arada beni gazeteci ustalarla tanıştırarak gazeteci adayı olduğumu söylüyor
Elimde makine, haber olabileceğine inandığım konuları çekip getiriyorum. Bir iki, bir iki derken sıcak bir yaz gününün sabahı yattığım çadırdan kan ter içinde çıktığımda haberi görüyorum
Tatilci komşularımız Hepimizin kullandığı tuvaletin deposuna imece usulü su dolduruluyor
20- 25 kişi yanyana dizilmiş, sağ başta tulumbadan çekilen su elden ele tuvaletin üstündeki depoya dolduruluyor
1 Kova tulumbanın altında, 7-8 kişi aralıklarda kovalar var. Merdivendeki kişide bir kova, bir kova da deponun üzerindeki arkadaşımız tarafından depoya dökülüyor
Al sana haber. Üstelik ayağına gelmiş .
Hemen makinayı kaparsın ve çekimleri yaparsın...
Sonra ne olur? Hürriyet Egede Sürmanşet olur
Başlık; Tulumbacı Yazlıkçılar
Resmi okuyup bitirdikten, tamam oğlum artık sen gazetecisin diyerek kendimi tebrik ettikten sonra resim altını okuyorum ve Şok! Şok! Şok! Fotoğraf benim ama başka bir imza
Ve,
Benim gazeteciliğim başlıyor gibi olurken bitiyor bana göre. Çünkü emeğin gasp edildiği yer de ben yokum
Yine memurluğa, müzisyenliğe ve fotoğrafçılığa devam
Birkaç yıl geçiyor.
Yıl 1989. Sevgili Cemalettin Özdoğan ile Altınyunus ta bir Türk Gecesinde denk geliyoruz. Programa ara verdiğimizde bizim usta zeybek İsmail Özboyacı ile benim konuyu görüşürken buluyorum ve ertesi gün de istediği evraklarla Hürriyette oluyorum. Memur oluşum nedeniyle bir süre imza kullanılmıyor ama bir süre sonra kullanılmaya başlıyor.
Mesai çıkışı, Hürriyete uğruyor, işleri alıyorum. Sabah filmleri bırakıp mesaiye gidiyorum, öğleyin yemeyi mideme doldurup soluğu gazete de alıyorum. Ama bu arada, arkadaşlarımın rahatsızlık duymaması için dairede de yıllarca deli gibi çalışıyorum
Baba Demirel döneminde çıkan sanatçı borçlanmasını değerlendiriyor, askere gitmeden önceki ve sonraki müzisyenlik dönemlerimi, askerliğimi borçlanınca emeklilik zamanı da oldukça öne geliyor ve memur- gazeteci- müzisyen olarak taşıdığım 3 karpuzun birini, yani memurluğu noktalıyorum
O dönem ki müdürüm Cemalettin Özdoğan elime bir kağıt tutuşturarak getireceğim evraklarla resmi olarak girişimin yapılmasını ve 212li olmak ve de sarı basın kartı almam gerektiğini anlatıyor
Bunu hak ettiğimi söylüyor ama idealist ben; Özdoğanın şaşkın bakışları arasında sosyal güvencemi elde ettiğimi, bir veya iki genç arkadaşı 212li yapmasını istiyorum
Özdoğan gülüyor. Bir gün yaptığım bu hareket ile ilgili olarak çok pişman olacağımı söylüyor ve ben odasından çıkarak masamın başına gidiyorum...
Mesai çıkışı, Hürriyete uğruyor, işleri alıyorum. Sabah filmleri bırakıp mesaiye gidiyorum, öğleyin yemeyi mideme doldurup soluğu gazete de alıyorum. Ama bu arada, arkadaşlarımın rahatsızlık duymaması için dairede de yıllarca deli gibi çalışıyorum
Baba Demirel döneminde çıkan sanatçı borçlanmasını değerlendiriyor, askere gitmeden önceki ve sonraki müzisyenlik dönemlerimi, askerliğimi borçlanınca emeklilik zamanı da oldukça öne geliyor ve memur- gazeteci- müzisyen olarak taşıdığım 3 karpuzun birini, yani memurluğu noktalıyorum
O dönem ki müdürüm Cemalettin Özdoğan elime bir kağıt tutuşturarak getireceğim evraklarla resmi olarak girişimin yapılmasını ve 212li olmak ve de sarı basın kartı almam gerektiğini anlatıyor
Bunu hak ettiğimi söylüyor ama idealist ben; Özdoğanın şaşkın bakışları arasında sosyal güvencemi elde ettiğimi, bir veya iki genç arkadaşı 212li yapmasını istiyorum
Özdoğan gülüyor. Bir gün yaptığım bu hareket ile ilgili olarak çok pişman olacağımı söylüyor ve ben odasından çıkarak masamın başına gidiyorum...
***
Yıllar geçiyor ve yaptığı işin en iyisini yapmayı kendine ilke edinen ben, bazen kendi kendime şunu soruyorum: Sarı basın kartım olmalımıy dı?
Yıllar geçiyor ve yaptığı işin en iyisini yapmayı kendine ilke edinen ben, bazen kendi kendime şunu soruyorum: Sarı basın kartım olmalımıy dı?
Evet. Olmalıydı
Hem de bu kadar uzun süre çalışan bir gazetecinin sürekli sarı basın kartı olmalıydı ama ben hakkımı bir veya iki genç arkadaş için kullanmayı tercih ettim
***
Evet,
Hem de bu kadar uzun süre çalışan bir gazetecinin sürekli sarı basın kartı olmalıydı ama ben hakkımı bir veya iki genç arkadaş için kullanmayı tercih ettim
***
Evet,
Benim 212im hiç olmadı, Sarı Basın kartım da
Ama hala umudum var internet gazeteleriyle ilgili yasanın ardından benim de bir Sarı Basın Kartım olacak inşallah
Ama hala umudum var internet gazeteleriyle ilgili yasanın ardından benim de bir Sarı Basın Kartım olacak inşallah