Mehdi'nin masalı 2

  • 0
  • 1.648
Yazı Boyutu:

Zaman su gibi akıp giderken, Askerlik görevi gelen Mehdi, vatani görevinin ardından İzmir’in yolunu tutarken yaşamında yeni bir dönem de başlıyordu…

Tabiri caiz se eski büyüklerin dediğine göre “Adam” olarak dönüyordu…

Askerde haklı olarak yediği ufak tefek sopaların yanı sıra Çavuş Talimgahı’ndaki Erzurum Şenkaya’lı piskopat onbaşı’dan, Adanalı teğmenden başlayarak haksız yere yediği ve peş peşe uladığında Üsküdar’a  ulaşacak dayaklar sonucunda katil olmadan dönen bir genç kadar adam olursa…

Neyse ki müzisyenliği vardı da, 6 pırpır astsubay Killing’de müziği seviyor du yoksa belki de askerliği bitmeyecek ki…

Askerden döner dönmez babası Hamdi’nin ısrarı ve çabasıyla işçi olarak başladığı kurumda işçiliği memurluğa dönüşen Mehdi, pavyonlarda dahil bir çok yerde geceleri de müzik yapmaya devam ediyordu…

Mehdi için yorucu olmasına karşın yaşam güzel di…

En çok sevdiği uğraş olan müzikle uğraşıyor ama zaman zaman eve gelmemesi babasını fena

halde rahatsız ediyordu ve bunu usulü kaidesinde oğluna açtı…

Oğlunun  özellikle pavyonlarda müzisyenlik yapmasından ve oradaki kadınlardan birinin üstünde kalma endişesini dile getiren Hamdi, kültür olarak buradan evleneceği bir kızın aileye yar olmayacağı baskısıyla oğlunu memleketlerinden tanıdıkları bir ailenin kızıyla evlenmeye ikna etti…

Uzaktan akrabaydı ya, aileye uyum sağlardı, iyi bir gelin olur du…

Babası tarafından ikna, biraz da manevi baskıya dönüşünce yanlışlıklar zinciri başlıyordu artık…

Dönüşü olmayan bir yola girilmişti artık…

……………..

Ailece memlekete gidilmiş, uzaktan akrabaları da olan ailenin kızıyla evlenilmişti. Aile geleneklerine itiraz edememenin yanı sıra cahillik te eklenince kendi ipliğini çekmişti Mehdi...

Kendi anne ve babasının cahilliğine eşinin anne ve babasının cahilliği de eklenmesiyle yola düşmüş gidiyordu ama tadı da yoktu doğrusu…

Nereye kadar? Nasıl gittiğini, gideceğini bilmeden gidiyordu…

Artık dönüş yoktu...

Gidiyor du…

Bunalıyordu. Sıkılıyordu ama kaçacağı bir delik yok tu…

Olmuyordu ev ev içinde…

Of! of!

Nasıl tongaya düşmüş, babasına karşı gelememiş, karısının ailesinin de desteğiyle hem kendini hem de bir çocuğu yakmıştı…

Lanet olsun…

Popüler bir müzisyen olmak, devletin bir memuru olmak hiçbir şeyi değiştirmiyordu...

Sonuçta dev bir hata var dı ortada…

Doğan Arzu bebeğin hatırına kendini zorluyor du ama zor du…

Rabbim. Ataerkil bir ailenin bireyi olmak ne kadar kötüymüş…

Büyüklere saygı   B.kuna karısına sarılamamak, çocuğunu bile kucağına alması için babasının yatmasını beklemek çıldırtıyor du...

Böyle bir saygı sistemini kabullenemiyor du…

Büyüğe saygı; evladın eşine, çocuğuna mesafeli durması, çocuğu kucağına atılmaya çalıştıkça almayarak sinir harbi yapma sebebi olmamalıydı…

Düğünlerden geç geliyor, düğün sonrasında zil zurna sarhoş geliyor, sabahleyin def’olup memurluğa gidiyordu…

Mehdi’nin evliliği böylesine muhteşem giderken küçük kardeşin Tıp Fakültesi’ni kazanması teselli kaynağı oluyordu ama bir sorun var dı. Hamdi’nin aldığı işçi maaşıyla ev mi geçindirilecek ti, İstanbul’a harçlık mı gönderilecek ti…

İsmail’in nasıl okutulacağı sorunu vardı ortada…

Mehdi vardı…

Kiminin deyimine göre çalgıcılık, kimine göre ise müzisyenlik yapan, sarhoşun, ayyaşın ağız kokusunu çeken evin büyük oğlu var dı ya…

Memur olarak çalıştığı kurumdan 1050 lira maş alırken, haftada bazen bu maaşın iki katını, bazen üç katını kazanan, kazandığının yüzde doksanını da  getirip babasının avucuna sayan abi vardı ya…

Neden?

Nedeni var mı küçük kardeşi Tıp Fakültesi’nde okuyor du ya…

Okuyup adam olacak, okuyup doktor olacaktı ya…

Ailenin gurur kaynağıydı ya...

Ya, ya, ya…

Ya’lar bitmiyordu Ama Mehdi’nin evliliği gidiyordu, Mehdi’nin gençliği gidiyordu güme…

Çünkü Mehdi sabah kalkıp işine gidiyor, akşam ise müzisyenliğe…

Mehdi, çevredeki insanların deyimi ile ortalığı kasıp kavuran Dört deliden biriydi.

Niye Deli?

Çünkü dört kafadar çok iyi eğlendiriyor, muhteşem müzik yapıyorlardı ama aslında insanların bilmediği bir şey var dı ki aslında onlar deli gibi eğleniyorlardı…

Biri hemşehrisi- can arkadaşı, birisi Fransızca Öğretmenliği öğrencisi, “Sırık” lakaplı bateristleri ise Eshot’ta işçiydi…

Dört deliydiler ama insanlar düğünlerini, kına gecelerini onlara çaldırsın diye can atıyordu…

Öyle ki, düğünlerinin ya da kına gecelerini Mehdi ve arkadaşlarına çaldırabilmek için orkestrayla eğlenenlerin bağlantısını kesen, daha doğrusu hangi kafanın eseri olduğu belli olmayan ve eğlenen kadınlarını eğlendiren erkeklerin onları görmemesi amacıyla asılan kilim veya örtüleri bile kaldırmayı bile tercih ediyordu…

O dönemde çevrenin orkestra olarak nitelendirdiği gurubun enstrümanları bir bağlama, bir bateri, bir zilli tef ile asma davulları, ses sistemleri ise cami amfisi olarak nitelenen Celazo marka bir Amfi ile ikide bir bandı kopan Atlantik Eko ile kabinleri ya da kolonları var dı…

Yaptıkları müziğin yeni cihazlara para yatırmaları halinde çok daha iyi para kazanacaklarını iddia eden kitlelere müzik yaparak para kazanıyorlardı ama onlarda kendilerine göre  haklıydı…

Neden mi?

Çünkü dört delinin birisi kardeşi doktor olacak diye kazandığını babasının avucuna sayıyor, bir diğeri üniversitede okuduğu için öğretmen babası ve dolayısıyla ailesine yük olmamak amacıyla kendine harçlık alıyor, kalan iki kişi de mecburen hisselerine düşen parayı alıyor du…

Bu arada Mehdi’nin 3.5 yaşındayken sahip çıkılmaması sonucu bahçede oynarken bodrumda  bulduğu folidolu içerek yaşamını yitirmesi tuzu biberi olmuştu evliliğinin ….

Evliliğin timsali ağaç ortadan yarılmış, gün geçtikçe ara açılıyor, gün geçtikçe soğukluğu artıyordu…

Mehdi, ökseye tutulmuş bir saka, kapana kısılmış bir hayvan gibi hissediyordu kendini…

YORUM YAZ