Samos ya da Sisam

  • 0
  • 14.005
Yazı Boyutu:

Meristur’un sahiplerinden Filiz Güleç Çolak’ın ne zamandan beri davet ettiği hiç bir seyahate katılamamıştım.  Meğerse kısmet Samos, ya da Türkiye’de bilinen adıyla Sisam’aymış...
 
Öteden beri merak ettiğim bir ada, merak ettiğim bir yaşam şekli, kültür, gelenek ve daha bir çok şeyi barındırıyordu Yunan adaları…
 
Bu kez bilgisayarın başına oturduğumda farkettiğim şu oldu: Ben, sadece gezi ve lezzet içeren yazılar yazmalıyım…
 
Çünkü bu benim için çok keyif verici…
 
Filiz ve e eşi Tayyar beni sabah 06.00'da gazeteden aldılar ve birlikte Seferihisar, Sığacık’a geldik…  
 
Hayalim gemide uyumaktı. Çünkü geceyi neredeyse bir önceki gece gibi sıfıra yakın bir uykuyla geçirmiştim…
Umarım uyurum...
 
Pasaport vs derken gemide yerimizi aldık…
 
O da ne?
 
Tanıdıklar dizi dizi…
 
Bir dönemler TRT İzmir TV’sinde “Eyvan” ve “Dağarcık” başta bir çok kültürel yapımda birlikte çalıştığımız ve bir yönetmen olarak titizliği nedeniyle 45 dakikalık bir program için neredeyse 10- 12 saata varan süre iflahımızı kesen ve şu anda emekliliğin keyfini süren sevgili Fazlı Oğuzhan (O dönem bahsi geçen programlarda ben de müzisyen olarak görev alıyordum), Deniz Restoran sahiplerinden Ercan Çelikkaya ve daha 10’larca tanıdık…
 
Hava sıcak, deniz sakin ve herkes sohbet ve muhabbetle zamanın nasıl geçtiğini farketmeden Karlovassi Limanı’na gelmiştik bile. Servislerle kalacağımız otellere taşınıyoruz…
 
4 yıldızlı Samaina Inn Hotel’de odalarımızın hazırlanmasını beklerken Otel’in ve adadaki birkaç otelin daha sahibi olan fırtına gibi kadın ile tanıştırıldım.
 
Filiz’in tarifiyle Samos’un Kraliçesi: Katerina Stavrou…
 

Gazeteci olduğumuzu ve ada ile ilgili bilgi,  fotoğraf istediğimizi söylememiz üzerine bu görevi kendisinin üstleneceğini ve adayı gezdirebileceğini söyledi…

Gel de patronun alçak gönüllülüğüne hayran olma…
 
Katerina Stavrou verdiği saatte geldi ve Filiz ile ben ve TRT’den İsmail Ragıp Geçmen Katerina’nın jeep’ine bindik…
 
Yollar dar, viraj, ama öyle böyle değil…  Katerina öylesine ustaca kullanıyor ki jeepi. Tırmanıyoruz, aşağı iniyoruz.
 
Katerina inanılmaz bir misafirperver…
 
Gözü de fotoğrafik açıdan öylesine iyi ki, ben; “şurada duralım demeye yelteniyorum” daha ağzımı açmadan fotoğraf çekmek istediğim noktada duruyor ve ben bol bol fotoğraf çekiyorum.
 
Adayı tanıyabilmem için çırpınıyor resmen…
 
Otele döndüğümüzde Katerina görevini başarıyla yapmanın mutluluğunu yaşarken, dönüşü bir, ya da yarım saatlik uykuyla değerlendirme hayalinde olan ben ise sersem olmuş bir vaziyette jeepten iniyorum ve odama çıktığım gibi ılık bir duşun ardından kendimi yatağa atıyorum.
 
Öteki türlü düzenlenen geceye katılamayacağım…
 
Ki, öyle bir şey olsaydı çok şey kaçırmış olacaktık…
 
2 saat nasıl geçti anlamadım. Çalan alarm ile kalkarak giyindim, silahlarımı (yani makina- flaş ve objektif) alarak otele 20 metre mesafede bulunan Anema Hotel’e ait Meltemi tavernaya gittim.
 
Buziki, klavye ve bateri’den oluşan üç kişilik müzisyen grubu çalmaya başladı.
 
 
Dans eğitmeni de olan Katerina Giannoula bir süre tek başına dansın en güzel örneklerinin sunmasının ardından bu kez gecenin konuklarını tutup tutup piste kaldırıyor…
 
 
Gözlerinden enerji fışkırıyor…
 
Sirtaki’yle coşan misafirlerle eğlence büyüyor, büyüyor ve caddeye taşıyor.  Anema Hotel’in sahibi Diamantis’in ağzında bir düdük, trafik yoğunlaşınca dans edenleri caddede bir şeride çekiyor, trafiği açıyor, araçların geçmesinin sağlıyor, ama inanılmaz bir durum hiç bir sürücü korna çalmıyor, keyifle dans edenleri izliyor, yolun açılmasıyla da yoluna devam ediyor…
 
Yağmur gibi gelen Kalamar, Ahtapot, midye (Adada midye dolma keşfedilmediğinden midyenin içinde kocaman bir et,  ve ağız tadıyla midye yiyoruz) ve daha bir çok özel soğuk meze ve uzo ile gece yarısını ediyoruz.
 

 

Müzisyenler saat 20.00’den beri aralıksız çaldığı dikkatimi çekiyor.  45.dk veya 1 saat te 15 dk mola vermediklerine göre belli ki bizim müzisyenler kadar efor sarfetmiyorlar…
 
 
Biz turistler olarak 20.00, 20.30 arasında yerlerimizi alırken Yunanlıların ise 22.00 civarında tavernaya gelmeye başladıklarını görüyoruz.
 
Gece boyunca çalınan şarkıların İzmir’de,  ya da İzmir için yapılanlar olduğunu farkediyor, adalıların bu şarkılarda nasıl başları dik, mağrur bir şekilde dans ettiklerini ilgiyle izliyoruz…
 
Saat 01.00 e yaklaşırken bende fitilin yağı bittiği ve ertesi gün programın yoğun olması nedeniyle otele kaçıyorum ve yatağa atıyorum kendimi…
 
Ertesi sabah otelin önünde bekleyen otobüse biniyoruz ve hareket ediyoruz...
 
Samaina Inn Hotel’de de görevli olan ElliMihalopoulou ve Filiz’in (artık adını tam söyleme gereği duymuyorum. bizim  Filiz…) rehberliğinde yola çıkıyoruz.
 
Filiz konuştukça ben şok oluyorum.  Bir an "Türkiye’deyiz de bu kadar iyi anlatıyor" diye geçiriyorum ama maalesef Samos’tayız ve Elli ile küçük konuşmalarının ardından adanın yerlisiymişçesine bilgi sahibi olduğunu sergiliyor ve ustaca anlatıyordu.
 
Meğer adada Türkçe konuşan rehber yokmuş ve Filiz bu görevi günlerce emek vererek bilgi dağarcığını doldurmuş ve bu görevi üstlenmiş… 
 
Aziz Nikolas Kilisesi’ydi ilk durak. Tam da bir ayine denk gelmiştik. Biraz ayin dinledikten, biraz da fotoğraf çektikten sonra yolumuza devam ediyoruz.  
 
Karlovasi’den 45 km uzaklıktaki şirin bir kıyı kasabası olan ve adını burada doğan antik çağın ünlü matematikçisi Pisagor’dan alan Pythagorio Kasabası’nda bir seramik atölyesine gidiyoruz.
 
Bu atölye, bizim uğrayacak olmamız nedeniyle bu gün açık. Kadınlar yaşlarından umulmayacak çeviklikte ve ustalıkla fırında pişirecekleri seramikleri desenlerle renklendiriyor, adalarını en iyi şekilde tanıtabilmek için çaba sarfediyorlardı. Burada satın alınan seramikler fabrika sisteminden yüzde elli fark ediyordu. Yani, fabrikasyon bir Pisagor bardağını 3 Euro'ya alırken burada el emeği göz nuru seramikler ise 5 yada 6 euro…
 
Filiz’in de kendisi kadar bilgi sahibi olduğunu gören Elli, sadece izliyor ve dinliyor du.
 
Filiz; Pisagor’un öğretilerinden biri olan “Hayatta Fazlasını istersen hepsini kaybedersin” den yola çıkılarak hazırlanan ve Pisagor’un öğrencilerine şarap sunduğu bardak ile ilgili teorik anlatımının yanı sıra uygulamalı gösteriyor, Pisagor bardağına kararından fazlasının doldurulması halinde bardağa doldurulan tüm suyun nasıl boşaldığını sergiliyor, atölyedeki işçiliği anlatıyor, biz de ilgiyle dinliyorduk. Alışverişler yapılıyor ve tekrar yola diziliyoruz…
 
Tepeleri tırmanırken Adalara ait bazı özellikleri öğreniyoruz.
 
Örneğin; ev yapmak için arsa satın alan kişinin arsası temel atmadan önce Arkeolog tarafından kontrol ediliyor…
 
Eğer tarihi eser çıkarsa, masrafı karşılayarak tüm eserleri çıkartarak müzeye teslim etmek, ya da yeri olduğu gibi bırakmak zorunluluğu var…
 
Gözünü sevdiğim ülkemde ise tarihi evleri restore etmek yerine, restorasyonun bir bölümünü karşılayacak rakamlara mal olan tonlarca demir ile etrafı çevriliyor ve yıkılırken kimseye zarar vermemesi sağlanıyor…
 
Örneğin bu adada zeytinlik alamıyor, zeytin ağacı alabiliyorsunuz ve 1000 adet zeytin ağacı alacaksanız bunun 500’ü düzlükte, 500’ü ise yamaçta olmak zorunda...
 
Yönetim böyle bir şart koşuyor. Kimseye ayrıcalık tanınmıyor.
 
Türkçe mealiyle herkese eşit muamele…
 
Siestalarından dolayı tembel olduğu olduğu yorumlanan adalıların aslında çok erken saatlerde kalkarak zeytinleri veya benzeri ürünleriyle ilgilenmesi, öğleyi dinlenerek geçirmesinin ardından akşam üstü tekrar çalışmaya başladıkları anlatılıyor.
 
Ada yönetiminin halkın tarımda kalabilmeleri için Siesta’yı zorunlu kılıyor.
 
 
Çok ilginç bir şeye dikkat çekmek istiyorum: iki gün içinde gümrüğün haricinde hiçbir polis görmedim desem ne dersiniz bilmiyorum...
 
Koskoca adada iki tane karakol bulunuyormuş ve biri bizim bulunduğumuz yanda, diğeri ise adanın arka tarafında. Adada suç oranı rakamla da “0” yazıyla da: sıfır ve adada cezaevi de yok…
 

 Elli, burada arabalarını asla kilitlemediklerini, geceleri de birinci katta pencereleri açık rahatlıkla uyuyabildiklerini söylüyor…

Onca araç var ama korna sesi yok…
 
Tek şerit sayılacak yolda sürücüler arasında inanılmaz bir saygı söz konusu. Kimse korna çalmıyor, yol verilen geçerken yol verene teşekkür babında elini kaldırıyor ve gülümseyerek geçip gidiyor( aynı bizim gibi değil mi)…
 
 
Yol boyunca “Şapel”ler gözümüze ilişiyor.
 
Trafik kazasında yakınlarını kaybedenlerin onlar için yaptırdıkları şapellerin büyüklüğü veya görkemi ailelerin bütçesine göre değişiyor.
 
Yine Elli’nin anlattığı, Filiz’in çevirdiğine göre her ölüm yıldönümlerinde aileler şapelleri çiçeklerle donatarak yakınlarını anıyor…

En sonda genel bilgi vermeyi planladığım için araları geçiyor ve son durak Kokkari’ye geliyoruz.
 
Yaklaşık 3 saat buradayız. Muhabbet ede ede yolda yürüyorum arkadaşlarla.  Ne kadar yürüdüğümüzün farkında değilim ama motor sesi  duyunca arkama bakıyorum ki, birkaç otomobil benimle aynı tempoya hareket ediyor ama korna çalmıyor...
 
Hemen kenara çekilerek araçlara yol veriyorum, onlar da teşekkür babında ellerini kaldırarak geçiyorlar… 
 
Ben ise şoklardayım…
Bizim ülkemizde de yol vermiyor diye olanca gücüyle kornaya basanlar yerine böylesi centilmenlikler ne zaman olacak diye merak etmiyorum desem yalan olur…
 
 
Önce kısa bir tur atıyoruz, bol bol fotoğraf çekiyoruz ve yemek yemeye karar veriyoruz. 
 
Sandalyelerin rahatlığı nedeniyle cafe olduğunu öğrendiğimiz mekana oturuyoruz.
 
İsteklerimizin onlarda olmadığını görünce kalkmak istiyoruz ama esmer güzeli şirin garsonun elinden kurtulmak ne mümkün. 
 
Hemen yandaki restoranın mönülerini istiyor ve şaşkın bakışlarımız arasında mönüyü önlerimize sıralıyor…
 
Kokkari’de de deniz mahsülleri ziyafeti çekiyoruz kendimize.
 
Bu arada milliyetçilik göstergesi olan bir hareket dikkatimi çekiyor. Uzo  konusunda oldukça bilgili olan arkadaşımızın isteği uzo markası yerine Samos’ta  üretilen Uzo’yu getiriyor. 
 
İşte size Milliyetçilik!..
 

 

Bizim unuttuğumuz “Yerli Malı- Yurdun Malı Herkes Onu kullanmalı” sloganı Samos’ta inanılmaz geçerli.
 
Bırakın başka ülkenin malını, kendi adalarının malında bile inanılmaz dikkatliler…
 
Öğrencilik yıllarımızda söylediğimiz bu slogan bizde tarih olurken, bu adada inanılmaz boyutlarda geçerli…
 
Bazı ürünlerin etiketlerinde Türkçe’yi de görmek bizi mutlu ediyor…
 
Dört bir yanı mavinin tonlarıyla çevrili plaj manzaralarıyla dolu, otobüsün sürat yapmadığı- yapamadığı bir yolculuğun ardından tekrar Karlovassi’ye dönüyor ve bizi geri götürecek gemiye doğru yürüyoruz…
 
Bu arada patlayan fırtına ile ilgili bilgi alan Meristur’un başarılı yöneticisi Filiz Güleç Çolak’ın sıkıntı olabilmesi halinde yolcuları bir gece misafir etme, acil dönmesi gerekenlerinse yatlarla gönderme planının aldığı olumlu raporla iptal edildiğini öğreniyoruz…
 
 
 
KARLOVASSİ’NİN ŞÖVALYELERİ
Karlovassi’yi canlandırmak için yoğun çaba harcayan bir ekip var ve hepsi adanın önemli işadamlarından oluşuyor.
 
5 yıldır Seferihisar- Karlovassi arasındaki gemi seferinin başlatılması için çaba harcıyorlar.
İşte Karlovassi’nin Şövalyeleri:
 
Diamantis Foustanellas (Otel Anema Sahibi)
 
Kostas Stavrou (Samaina Inn Hotel Sahibi )
 
Katerina Stavrou (Samaina Inn Hotel Sahibi )
 
Dimitirs Tsakoumagos (Samaina Inn Hotel)
 
Nikos Elenis (Otelci)
 
Yorgos Katsouris (Aegean Sky Rent a Car)
 
Vangelis Lymperis “Aegeon Pastanesi)
 
Kostas Pavlis (Gıda Toptancı)
 
 
Damağımızda kalan lezzetler, gerçekleşen sımsıcak dostlukları geride bırakarak, zamanında Karlovassi’den kaçarak göç etmiş vet ekrar cennet adalarına geri dönen ada halkının yörelerini tekrar canlandırmak için çırpınışlarından etkilenmiş olarak gemimize biniyoruz…
 
Patlak dalgaya başarıyla mücadele eden genç kaptan, dalgaya karşı verdiği başarılı mücadeleyle gemiyi zamanından da önce Sığacık’a ulaştırıyor…
 
 
 
 
SAMOS:
Türkçe’de Sisam Adası olarak adlandırılan Samos, Türkiye’ye en yakın YunanAdası. Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı’na olan en yakın mesafesi 1,5 km’den biraz fazla olan Samos, 1453’ten 1832’ye kadar Osmanlı hakimiyetinde bulunmuş,ama hiçbir zaman Müslüman nüfus adaya yerleştirilmemiş.
 
480 kilometrekarelik yüzölçümü, 35 bin civarında nüfusuyla Ege Denizi’ndeki sekizinci büyük ada olan Samos; Karlovassi, Pythogorio ve Vathi limanları, Uluslararası hava limanıyla yaz sezonunda gezginlerin Mykonos, Santorini, Naxos, Paros gibi diğer adalara ve Atina’ya geçiş yapmak isteyenler nedeniyle Yunanistan’ın en çok ziyaretçi alan bir adası durumuna sahip. Çevresine yayılmıs irili ufaklı plajları, yemyeşil doğası ve şirin sokaklarıyla, Sisam ziyaretcilerine sakin bir tatil vaat ediyor...
 
 

KARLOVASSİ:

bir zamanlar adanın başkenti olan Karlovassi 40’ı deri, 20’si şarap fabrikasıyla en zengin yeriymiş…
 
İkinci dünya savaşı sırasında Almanlar’ın işgaline uğrayan bölgeden büyük ölçüde göç başlamış ve bugün büyük, terkedilmiş fabrika binaları ve zengin kiliseleri, villalarıyla adanın 2’nci büyük şehri haline dönüşmüş. Adanın en fazla Yunan ruhu taşıyan bölgesi olan Karlovassi, Türk misafirlere yakınlığıyla da diğer bölgelerden daha mutlu etmeye aday…
 
Yunan Ege Üniversitesinin 4 fakültesi sayesinde 2000’lerin başında gençler sayesinde bölge tekrar hareketlenmiş ve bu sene Karlovassi limanına Türkiye'den seferlerin başlamasıyla bölge insanı yeniden hayata dönmüş.
 

PYTHAGORİO:

Karlovasi’den 45 km uzaklıktaki şirin kıyı kasabası; ismini burada doğan antik çağın ünlü matematikçisi Pisagor’dan alır. Kapılarının önü renk renk sardunyalarla süslü müstakil evlerin olduğu dar sokaklarına yapılacak kısa bir yürüyüş Tipik bir Yunan Ada’sı kasabasının tüm sakinliğini gezginlerine tattıracaktır.
 
 

KOKKARİ:

Karlovasi'den 20 km. uzaklıktaki bu balıkçı köyü, akşamı hoş bir yemek ile başlatıp, Yunan müziği çalan tavernalarda devam ettirmek isteyenler için hoş ve sakin bir yer. Kokkari’ye çok yakın bir çok ta plaj var. Tsamadu, Lemonakia veTsambu bunların en ünlüleri.
 
 

KAMBOS:

Karlıvasi'den 14 km uzaklıktaki balıkçı kasabası sakinlik isteyip huzur arayanlara ve kilometrelerce uzunluktaki ince kum sahilleriyle deniz güneş kum tatili yapacaklar için bire bir.  Hemen yukarısındaki Marathokambos sokak aralarıyla keyifli kafe ve tavernelarıyla tatili yapmak isteyenler için en uygun bölge….
 
 

Gece Hayatı:
Samos’ta gece hayatı Mykonos, Santorini gibi diğer Adalar’dakilere oranla daha sakindir. Burası daha ziyade Yunan Müziği dinleyerek ouzo (Yunan rakısı) ve Samos şarabı tüketilen taverna-restaurant tarzı mekanlarda sakin ve dinlendirici akşamlar geçirebileceğiniz bir adadır.

YORUM YAZ