Müzede Gezmek veya “Turlamak”

  • 1
  • 353
Yazı Boyutu:











Geçen hafta Paris seyahatinde Louvre’un ufak da olsa bir bölümünü gezmek istedim. Louvre Müzesi’ni gezmek diye bir şey söz konusu değil. “Turlamak” olabilir... Nerdeyse hiçbir eserin önünde durup, vakit geçirmek mümkün değil. Fotoğraf çekmeye karşı değilim kesinlikle. Yaşadığımız dönemin şartları gereği sosyal medyada fotoğraf paylaşma isteğini anlayabiliyorum. Zaten sanat eserlerinin sosyal medyada paylaşılması benim doktora tez konum. Yine de bu kadar turistik bir durum beklemiyordum. Bir süre sonra “turladığımı” fark edip ayak uydurdum zaten müzeye. Aynı şekilde Orsay Müzesi de farksızdı.

Paris müzelerinin turizme önemli bir katkısının olduğunu tahmin etmek zor değil. Müzelerde bulunan birçok ünlü tablo da şehri cazibe merkezi haline getiriyor. Sosyal medyada bunun paylaşılması müzeleri “zorunlu” turistik bir aktiviteye dönüştürüyor. Bu tarz toplumsal değişikliklerin olağan karşılanması gerektiğini düşünüyorum. Sosyal medya hayatımızın orta yerinde duruyor. Yokmuş gibi yapmak veya sosyal medya platformlarını küçümsemek bizi ancak çağın gerisinde bırakır.

Tarihin değişmesiyle sanat kavramı ve toplumdaki etkisi değişim geçiriyor. Sanat tarihinin ilk zamanlarına bakıldığında, sanat toplumsal yaşamın içinde bir organizasyon olarak yer alıyor. Üretim ve tüketim kavramları ortaya çıkıp, toplumda farklı gruplar oluştukça sanat bir uzmanlaşma konusu haline gelmeye başlıyor. Sanatsal etkinlikler de bu bağlamda ekonomi eksenine bağımlı duruma geliyor. Kültürel organizasyonlar ekonomiye bağımlı hale geldikçe; popüler kültür, kitle kültürü gibi kavramlar da ortaya çıkıyor. Yaşadığımız dönemde de sanatın sosyal medya ekseninde döndüğünü görebiliriz. Sanat eseri mezatları, galeri reklamları, sanatçıların portfolyoları sosyal medya ile gördüğümüz şeylere bazı örnekler…

Adorno, sanat ve toplum ilişkilerini ele alırken; sanatı toplumsal gerçekliğin üzerinde tutmaktadır. Diğer Frankfurt Okulu düşünürleri de sanatı toplumsal gerçekliğe yol gösterebilecek bir olgu olarak ele almaktadır. Diğer bir deyişle, belli bir tarihe kadar sanat hep toplumun belirli bir kesimine hitap eden bir durumda görülmüştür. Ancak kapitalizm ile birlikte kitle kültürü kavramının ortaya çıkmasıyla çok daha geniş toplulukların ulaşabileceği bir pozisyona gelmiştir.

İnternetin vadettiği en önemli şey “toplumun demokratikleşmesi” olarak ifade edilebilir. Ağ bağlantısı olan herkesin söz hakkı olduğu kabul edilir ve eşitlik kavramı ön plandadır. Dolayısıyla sosyal medyada herhangi bir hesaba sahip olmak bireysel bir özgürlüğü beraberinde getirir. Bu anlamda sanatın sosyal medyada paylaşılmasının, toplumun her kesiminin ulaşabileceği bir duruma gelmesine sebep olduğu söylenebilir. Bunu da sağlayan kitle kültürü kavramıdır. Sanat, büyüsel etkisinden çıkarak; kitlelere hitap eden bir duruma gelmektedir. Bunun birey ve toplum üzerindeki etkileri ise önümüzdeki senelerde görülebilecektir.

Kant, kent toplumlarını düzensiz, yanlış, kötü çalışan bir sistem olarak ifade eder. Sanat böyle bir yapı içinde oluştuğu için; Adorno, sanatı şehirde yaşayan soylu bireyler için birer sığınak olarak görmektedir. Louvre çok fazla turist ağırlasa da; “turlarken” birçok Fransız’la da denk geldik. Bireyler içinde bulundukları sıkışmışlık hissi ve düzensiz olarak adlandırılan bir sistemden kaçmak için her zaman sanata sığınmaya devam edeceklerdir. Sanatın yönü veya toplumsal algısı değişse de; büyüsel etkisi birey için gerekliliğini korumaya devam edecektir. Bu sebeple sosyal medya paylaşımlarında yer alsa da; sanat eserinin önünde durup onu incelemek ve “şimdi ve buradalığı” yaşamak geçen zamana rağmen insanları etkilemeye devam edecektir.

Yorumlar (1)
  • M. Cezim

    M. Cezim

    Yazılarını keyifle okuyorum, Pınar DÖNMEZ.... M. CEZİM

    01 Eylül 2024 22:09
YORUM YAZ