“Benim tek kahramanım Annem”
Aylin Akdoğan: Aslında nereden başlayacağımı bilemiyorum ancak aklıma ilk gelen, sizin hikâyenizin Ankara Devlet Konservatuvarı’ndaki müzik eğitiminizin ardından girdiğiniz yarışmada “En İyi Genç Şarkıcı Ödülü ”nü kazanmakla başladığını biliyorum. Kırılma noktası bu mu yoksa bu hikâyenin öncesi var mı?
Hakan Aysev: Enteresan bir başlangıcı olan hikâyem var aslında. Bende konservatuvar olgusu aslında hiç yoktu ve ben basketbol oyuncusuydum. Çok küçük yaşlarda basketbola başladım. 7 yıl kadar da profesyonel bir oyunculuk hayatım oldu ve bu arada müzikle hiç alâkam yoktu. Hatta orta 1 ve 2. sınıfta müzik dersinden kalan bir öğrenciydim. Müzik, annemin ‘ki o benim kahramanımdır’ keşfidir. Bana, ”oğlum ben senin müziğe yatkın olduğunu düşünüyorum ve sesinin de olduğunu düşünüyorum. Konservatuvar okumanı çok istiyorum.” dedi ve ben de “Anneciğim ben basketbol oynuyorum” dedim. Sonra annemi kırmamak için sınava girdim. Sınavda 350- 400 öğrenci arasından 9 kişi arasına girdim ve konservatuvara giriş yapmış oldum. Annemi gururlandırmak çok hoşuma gitmişti. Ancak müzikle ve operayla hiç ilgim ve bilgim olmadığı için yani Pavarotti benim için spagetti markası gibiydi. Tabii müzik enteresan bir virüs gibi. Vücuda girdiğinde kalbi ve bütün vücudu kaplıyor. Ben, opera sevgisini hissettiğimde daha çok küçüktüm, 15 yaşındaydım. Bu sevda 40 yıldır da devam ediyor.
i müzikten önce kalbinizde hep basketbol mu vardı sadece?
HA: Tabii, kesinlikle. Benim hayatımda hep basketbol vardı. NBA hep hayalimdi. Bir gün Ankara’da Şeker Spor’da oynarken şan hocam Mustafa Yurdakul dedi ki; “Hakan ya konservatuvar ya da basketbol. Bir karar ver.” Ben de benim için tutku haline gelen operayı tercih ettim ve iyi ki de öyle yapmışım.AA: Bilgisizliğimi bağışlayın ama bu tür yarışmalar halen var mı?
HA: Böyle yarışmalar halen var ve Belvedere Şan Yarışması çok önemli bir opera yarışması. Dünya çapında bir yarışma. Ben girdiğimde 19 yaşındaydım ve o zaman oradakiler dünyaca ünlü opera sanatçısıydı. Ben zaten küçüktüm. Sonra finale kadar geldim ve En İyi Genç Sanatçı Ödülü’nü aldım. Bu zaten benim uluslar arası çapta yer aldığım ilk platformdur.
HA: Çok severek söylediğim 36 başrol performansım var. Bunlar içinde “Carmen”, “ Othello” ve “Şen Dul” benim için çok ayrı bir yerdedir. Bunlar benim yaklaşık 5’er prodüksiyonla hem farklı ülkelerde hem de farklı dillerde sahnelediğim eserler. Bunların yanında insanlara hem farklı alanlarda daha da yaklaşmak adına hem de operayı daha geniş kitlelere ulaştırmak adına yaptığım en önemli işlerden biri Rock Opera konserlerim. Bunu Bulutsuzluk Özlemi ve 90 senfoni orkestrası ile beraber gerçekleştirdik. Nilüfer hanımla birlikte yaptığımız Pop Opera konserimiz de öyle. Bunlar 1998- 2000 yılları arasındaki en önemli projelerimdi. Genellikle şöyle bir algı var; klasik müzik sanatçısı batı müziği ile kendi işini yapmalı, pop müzik sanatçısı da kendi işini yapmalı gibi. Hatta ben o dönem bu yüzden çok ciddi tepkiler de aldım. Ancak sonrasında bu projelerimiz de izleyici tarafından çok sevildi ve çok beğenildi.
AA: O zaman şöyle diyebilir miyiz? İçinde heves ya da hayal olarak bir şey kalmış bir Hakan Aysev yok karşımızda.
HA: Doğrudur. Hatta daha sorası benim için daha önemlidir. Çünkü bu sanatı kendi ülkemde, sevdirmek dersem çok iddialı bir kelime kullanmış olurum ama en azından tanıtma şansım oldu ve bu benim için gerçekten çok önemli. Benim o dönem sabah kuşağı ya da magazin programları gibi yerlerde opera sanatını anlatmam, operanın da bir sanat dalı olduğunu paylaşmam çok değerli bir şeydi benim için. Benim hedef kitlem eşini, çocuğunu sabah kahvaltıdan sonra işe, okula gönderip sonra akşam yemeği için belki fasulye ayıklayan bir ev kadınıydı ve ben o kadınlara çok doğru bir şekilde ulaştığımı düşünüyorum. O kadınlar da emini ki eşlerine, çocuklarına sakallı, tombiş opera sanatçısını anlattılar. AA: Hazır sahne hayatı demişken unutamadığınız bir anınız varsa onu da sizden öğrenelim isterim.
HA: Sahnede unutamadığım düşüşlerim var benim. Mesela; “Trovatore”de Manrico rolündeyim ve 1. perdede rolüm gereği ben koşarak sahnenin arkasından uzaklaşırken o sahnenin devamını yapmayı unutmuşlar ve ben 2 metreden yere düştüm. Sonra da oturarak devam etmek zorunda kaldım. Bir de Ankara’da bir temsil için evden çıkarken düştüm ve tendonlarım koptu ve başka tenor olmadığı için koltuk değneğiyle eser seslendirdim.
HA: Çok yetenekli genç arkadaşlar var ve çok ilgi de gösteriyorlar. Hatta diyebiliriz ki Türk operası kültürü de oluştu. Hatta bu arkadaşlar sadece ülkemizde değil Avrupa’da da çok güzel başarılara imza atıyorlar. Efe Kışlalı, Murat Karahanlı, Burçin Çilingir Savigne ilk aklıma gelenler. Daha aklıma gelmeyen pek çok önemli isim var. Güzel bir ekol oturdu ve dünyada kendilerini kabul ettirdiler. AA: Sizin kahramanınız anneniz olmuş. Peki bu röportajı okuyanlara da siz bir kahramanlık yapmak isteseniz onlara neler söylemek isterdiniz?
HA: Opera insanoğlunun yarattığı en güzel sanat dalı çünkü sadece ses değil içine görsel sanatı da katıyor. Sahnede mikrofon kullanmadan büyük bir orkestrayı aşıp 1.000-2.000 hatta 3.000 kişiye eser seslendirmek gerçekten insanüstü bir olay ve bunun için de sevdalanmak gerekiyor yaptığınız işe. Benim en önemli tavsiyem kendilerine inansınlar. Ben Viyana’ya gittiğimde çok az sayıda örnek vardı bu alanda. Leyla Gencer, Ayhan Baran, Suna Korat. En fazla bir elin parmakları kadardı. Ve ben Viyana’ya gittiğim ilk gün o sahneyi görünce ben burada eser seslendireceğim dedim ve daha 21 yaşımı doldurmadan da o sahnedeydim. İnanmak gerekiyor. İnansınlar.
AA: Ben bahsetmeden geçmek istemiyorum. Artık yeni bir ödülünüz daha var o da Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Turizm ve Başarı Ödülleri kapsamında bu yıl ki “Yaşam Boyu Onur Ödülü”. Hisleriniz neler?
HA: Ben kendi ülkemde de bu ödüle 3 defa layık görüldüm. Almanya’da da aynı ödülü bir kez almıştım. KKTC benim çocukluktan beri çok sevdiğim ve çok severek gittiğim bir ülke. İnsanlarını da çok seviyorum. Yavru vatanda da böylesine değerli bir ödüle layık görülmek ve Turizm Bakanı’mızın elinden ödül almak bana çok gurur yaşattı. Demek ki, savaş verdiğim, uğraş verdiğim, emek verdiğim 38 yıllık sanat hayatımda doğru şeyler yapmışım ki bu değerli ödüllere layık görülüyorum. Çok mutluyum, çok teşekkür ediyorum.
AA: Yeni projeler var mı?
HA: Türkiye’deki birçok projeyi ilk kez yapan biri olarak her zaman yeni projeler yapmaya devam edeceğim. Yıldırım Gürses şarkılarından bir albüm çıkartıyoruz Ağustos sonu gibi. Benim için çok önemli bir isim Yıldırım Gürses. Çok önemli bir tenor ses ve bence Doğu- Batı sentezini en iyi yapmış sanatçılarımızdan. Ayrıca 3 Tenor konserlerimiz devam edecek. Benim özel konserlerim ki bunlar; müziğin her türünden örnekler verdiğim Her Telden projesi ve benim için vazgeçilmez Atatürk’ün Sevdiği Şarkılar projesi de konser olarak devam ediyor. Elimden geldiğince de projelerime devam edip, yeni projeler de üretmeye çalışacağım.
AA: Son zamanlarda sanatçıların hayatlarını biyografi türünde kaleme almak tabiri caizse çok moda oldu. Bunlar edebiyata ya da sinemaya uyarlanıyor. Size böyle bir teklif hiç geldi mi ya da gelirse düşünceniz ne olur?
HA: Bana böyle bir teklif gelmedi ancak isterim böyle bir proje yapılmasını. Kitaplaştırılmasını ya da belgeselleştirilmesini tabii ki çok isterim. Benim hayatım, özellikle müziğe başlamam ve sonrasında derin ve hatta ütopik bir kavramı ülkemde tanıtmaya vesile olmuş olmam benim için enteresan bir yolculuktu. Bu yolculuğu insanların görmesini ve öğrenmesini de gerçekten çok isterim. AA: Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
HA: Benim her zaman söylediğim bir şey var. Çok sesli müzik her zaman çok gerekli. Özellikle bizim ülkemiz için. Çok sesli müzik dinleyen toplumlar çok sesli düşünebiliyorlar, daha demokratik olabiliyorlar, daha medeni yaşayabiliyorlar. O yüzden çok sesli müzikten asla vazgeçmeyelim. Her şey için sizlere de çok teşekkür ederim.