Çeşme benim en son demir attığım yer

Çeşme’yer yerleşen Türk Sineması’nın bir dönemine imza atmış bir aktör'le birlikteyiz. Salih Güney adı biliyorum ki yaşı 40’ın üstünde olan kişilerin büyük çoğunluğuna geçmişe yolculuk yaptırdı bile…

  • 0
  • 9.420
Çeşme benim en son demir attığım yer
© bizimizmir.net
Yazı Boyutu:

Çeşme’yer yerleşen Türk Sineması’nın bir dönemine imza atmış bir aktör'le birlikteyiz. Salih Güney adı biliyorum ki yaşı 40’ın üstünde olan kişilerin büyük çoğunluğuna geçmişe yolculuk yaptırdı bile…

Mehmet KURT: Sevgili Salih, bilen var, bilmeyen var, duyan var, duymayan var. Sessiz sedasız Çeşme'ye yerleştin. Salih Güney’i anlatır mısın?

SG: Sağol Mehmetciğim, çok teşekkür ederim. Yıllar sonra seni tekrar görmek harika. Hürriyet gazetesinde çalıştığın yıllarda çok güzel haberler, özellikle tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili haberler yapmıştık. Tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili mücadelenin startını  “Kültür varlıkları yerinde güzeldir” söylemiyle fuarda başlatmıştım hatırlarsan. Yine burada dönme dolap diye bir dizi çekmiştim…  Amerika'da seyahat acentesi işlettiğim için çok kişiden çok daha şanslıydım ve çok sayıda ülke gezdim. Son 8 sene Yalova'da annemle ilgilenmek sorumluluğum çıktı. 82 yaşındaki annemin elini öpüp yapayalnız bırakarak Amerika’ya dönemedim. Çünkü, ufalmış, bakıma ihtiyacı vardı annemin vicdanım elvermedi. “Ne yapıyorsun? Otur oturduğun yerde” deyip annemle ilgilendim 90 küsür yaşına kadar. Bulduğum bakıcılarla mutlu bir şekilde ve 3- 4 sene yaşadı ve rahmetli oldu. Tekrar vatandaşı da olduğum Amerika'ya geri döneyim dedim, çünkü Türkiye biliyorsun her zaman çıkmazlar da. Yani, tam bir diriliyoruz ki bir şey çıkıyor ve tekrar yatırılıyoruz. Türkiye’miz kendine yakışan yerini bulamamış bir ülke maalesef. Gerçi Amerika’da eski Amerika değil, orası da çok değişti. Biliyorsun Amerikan vatandaşıyım, işlerim var orada. Türkiye’de dizi çekmek hiç cazip gelmiyor. İnanılmayacak bir süre:100 dakika, 110 dakika, bir film süresinden fazla, arasına da en az 10 dakika reklam… Setlerde saatlerce bekletilmek bir yana, paranı alıp alamayacağın belli değil. Uyduruk, korku filmleri, komedi filmleri gerçek sinemanın yerine geçti.  

Rahmetli Profesör Hayat Erkanal hocam Ankara Üniversitesi Sualtı Araştırması'nın halkla ilişkiler ve sözcülüğünü vermişti bana. Allah rahmet eylesin Mustafa Koç, Çeşmealtı'nda bize içinde misafirhanesi, kütüphanesi, laboratuvarı olan muhteşem bir enstitü açmıştı, orada odam vardı. Bazen Karaburun’a dalışa giderdik bazen Teos'u, bazen Erythrai Antik Kenti dolaşırdık. Çeşme’ye taşınmamın en büyük nedenlerinden bir tanesi de Hayat Hoca olmuştur. İki yıl önce Hocam rahmetli olunca sinemadan sonraki en büyük zevkim olan arkeolojiden biraz uzak kaldım. 

MK: Oldukça huzur veren bir görselin içindesin. Açar mısın?

SG: Evet. Bu konuda şanslıyım. Marina, Sakız Adası, önüm tamamen açık, denize yüz metre. Tekke plajı desen başka bir harika ve hiç bir yere lüzum yok. Bütün alışverişimi yapıp geleceğim tüm mesafe 400 metre. Doğal olarak araba kullanma ihtiyacı hissetmiyorum, kullanamıyorum da. Türkiye'de kurallar uyulmamak için var, bir sürü de psikopatı eklersen, trafiğe çıkmamak daha doğru. Otogar desen burnumun dibi. Ne yapayım arabayı… Burada çok mutluyum ve Çeşme benim en son demir attığım yer ve burada kalmak niyetindeyim Allah'ı öngördüğü yaşa kadar…

MK:Salih’ciğim sinemadan bahsedelim biraz. Kaç film oldu?

SG: 1964’de Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünden mezun olduktan sonra  “Aşk Zinciri” adlı oyunla İstanbul’da profesyonel sahne hayatım başladı. Muhteşem bir kadroydu: Cahit Irgat, Tuncel Kurtiz, Senih Orkan, Orhan Çağman, kadınlarımız ona keza… Aynı yıl Haldun Dormen “Bozuk Düzen” filmini çekti ve 1965'de, 20 yaşımda profesyonel olarak tiyatroyla birlikte sinema hayatım başladı. Tiyatro ve sinema zorluyordu. Çünkü 6 -7 gün oynuyoruz, matineler, suareler yapıyoruz, Çarşamba- Pazar matinemiz var ve ful çekiyoruz. Film çekimi uzaklarda olduğunda matineye ya da provalara yetişemiyorum. Ayhan Işığın, Cüneyt Arkın’ın, Fikret Hakan'ın, İzzet Günay'ın, Türkan Şoray'ın, Hülya Koçyiğit'in, Fatma Girik’in, Ajda Pekkan'ın oğlu oldum. 1969 yılında İzmir’de çekilen Hollywood yapımı "Paralı Askerler" filminde Fikret Hakan, Tony Curtis, Charles Bronson ve Michele Mercier 'le oynadım. O filmden sonra sinema, ağır bastı ve 25 yaşımda tiyatro hayatımı bitirmek zorunda kaldım. Aşağı yukarı 110 filmlik uzun bir serüven. Çizgi roman’dan normal roman kahramanlarına, kötü adamdan savcıya, gangasterden polise, doktordan avukata, aşk çocuğu, romantik çocuk, fakir çocuk derken oynamadığım rol kalmadı. Oyuncunun her rolü oynaması gerektiğine inanırım…    

MK:İzmir senin için ne ifade eder?

SG: Oldum olası İzmir'i çok severim çünkü İzmir benim için çok özel bir yer, özgürlük kenti, baş tacımız. Türkiye'nin her yerinden gelmiş vatandaşımız var ve burada  herkes birbirine çok saygılı, sevgi dolu. Renk, ırk, din, dil ayırmayan, Cumhuriyetimizin kalesi, çok özel bir yer. İstiklal harbimizin başlangıcının ilk kurşununu buradan attık. İzmir hem tarih açısından hem stratejik olarak da Ege'nin çok özel ve en önemli kenti…

MK:Bu günlerde bir ödül aldın anlatır mısın?

SG: Ha evet evet… Eksik olmasınlar, 40 yıldır süregelen İstanbul Film Festivali'nden onur ödülü aldım ve çok mutluyum, ödüle layık görülmek çok güzel. İstanbul Film Festivali çok önemli. Türkiye'nin batıya açılan penceresi ve dolaylı olarak birbirinden güzel filmler, çok önemli yönetmenleri tanıdı sinema izleyicileri.

MK: Takım tutar mısınız?

SG: Oldum olası Beşiktaşlıyım   ama futbol eskisi gibi değil. Eskiden biliyorsun renk aşkı vardı. Beşiktaş çıktığında da, Fener, Galatasaray, Trabzon çıktığında da bir bakıyorsun 9 -10 tane yabancı futbolcu, oyuncuları tanıyamıyoruz, koskoca takımda bir bakıyorsunuz sadece iki tane Türk futbolcu… 

MK: Eline bir fırça, çeşitli renkte boyaların yer aldığı bir palet ve bir de tuval verseler neyi çizmek isterdin?

SG:Vallahi güzel bir soru bu Mehmet'ciğim. Özgürlüğü temsil eden bir şey çizmek isterdim. Yani uçan martılar, sonsuz bir deniz, günbatımı, güzel bir doğa, içinde akan bir dere ve özgürlüğü renklendirmek isterdim tablom da…


MK: Mutfakla aran nasıl?

SG: Mutfakla aram harika. Öyle böyle değil, koronadan sonra resmen gurme aşçı oldum. Börek yapıyorum, reçel yapıyorum, her türlü yemeği yapmayı öğrendim. Hiç te öyle zor değilmiş.

MK:Okuyucu ve izleyicilerimiz için bir yemek tarifi yapar mısın?

SG: Mantarlı, krema soslu makarna yapayım, çok kolay. Penne ile tagliatella de olabilir, spagetti de. Kıymayı, maydanoz ve soğanla bir güzel öldürdükten sonra mantar da dahil, haşlanmış, istediğim bir makarna çeşidini içine boca ederim. Ondan sonra güzel bir krema, üstüne biraz kekik, biraz reyhan, birazcık da maydanoz veya dereotu koyar, servisi yaparım. Çok kolay bir yemek ve her zaman yiyemesem de makarnayı çok severim.

MK: Genç oyuncu adaylarına ne önerirsin?

SG: Açıkçası şu devirde tiyatro yapan çocukları çok takdirle karşılıyorum. Bu şartlar altında tiyatro yapmak gerçekten çok zor. Şimdi tiyatro salonları yeterli değil. Dolaylı olarak çok zor şartlar altında tiyatro yapıyor sanatçılarımız. Genç oyunculara öncelikle artikülasyon'a önem vermelerini tavsiye ederim. Yani, kalemlerini dişlerin arasına alarak Yılmaz Özdil'i, Soner Yalçın'ı yüksek sesle okusunlar. Halkı, ilişkileri izlesinler, havaalanlarında, otogarlarda değişik insanların hareketlerini, telaş içinde uçağa yetişme çabalarını, ayrılma anındaki psikolojilerini gözlemlesinler. Biten aşklar ya başlayan aşklar, iyi bir gözlemci olan sanatçıya inanılmaz gelişim sağlayacaktır.   

MK: Çok okur musun?

SG:  Çok okuyorum. Aynı anda 2 - 3 kitap birden okurum. Şu an elimde Orhan Pamuk var, bitmek üzere. Yukarıda yatak odamda ayrı kitabım var. Hitleri Hitler yapan Goebbels'in korkunç yalanlarla nasıl Alman milletini uyuttuğunu okuyorum. Şimdi üçüncü bir kitaba başlayacağım.  C 19-dan dolayı yapacak hiçbir şey yok, kitap okuyorum, memnunum. 

MK: Atatürk'ün okuduğu kitaplar serisi mi var kitaplığında?

SG: Ha, evet, eksik olmasınlar Anıtkabir'den hediye edildi Ulu Önder'in okuduğu kitaplar serisi bana.. Altlarını çizmiş, bazılarını not almış, inanamazsın Mehmetciğim. Okudukça hayranlığım daha çok artıyor. Çoğunu okudum, okuyorum. Nasıl bir bir dahi, nasıl bir deha… Coğrafyacıyı çağırmış coğrafya, matematik hocasını çağırmış matematik, hukukçu çağırmış, hukuk yaptırmış. Çocuklarını öldüren, karılarının nereden geldiği belli olmayan padişahların hüküm sürdüğü çökmüş bir Osmanlı İmparatorluğu’nun çöpünü temizleyerek Laik bir Cumhuriyet kurmuş. Bir deha, bir dahi, bilim adamı, ilim adamı ve bağdaş kurup oturarak köylünün, çobanın, işçinin derdini dinleyen, kürek çeken ve bir o kadar da mütevazi bir adam. İnanılmaz bir insanmış nur içinde yatsın.. Bize muhteşem, özgür bir Türkiye bıraktı, Cumhuriyet bıraktı, bizde sonuna kadar koruyucusu, savunucu olacağız. Çarık'larla aldığımız bu Cumhuriyeti sahte sarıklılara bırakma niyetinde değiliz bu böyle biline.

MK: Çeşme desem?
SG:
Ege medeniyetin çıktığı yer. Çeşme, tarih zaten. 4000 yıl öncenin bir şarap imalathanesi bulduk, kazılar devam ediyor. Muhteşem bir kalemiz var, her yerden tarih fışkırıyor. Kuşlarımı alıştırdım kendime. Kumrularım, serçelerim geliyor, kırlangıçlar geliyor, horozum ötüyor. Balıkçım balığımı, köylüm yumurtamı getiriyor, bundan daha güzel ne olabilir? 

MK:Peki çok teşekkür ediyorum.

SG:
Ben çok teşekkür ederim seni görmekten çok mutlu oldum. 

YORUM YAZ
Diğer Haberler

Mizah yaşamdaki çelişkilerden doğar

Müzik yapmak nefes almak kadar önemli

Hakan Aysev: Benim tek kahramanım Annem

Şeker Ağa konuk

Kendi romanlarımın kapaklarını kendim tasarlayıp yağlıboya tabloya işliyorum

Huzurlarınızda Yücel Erten!