Mehmet KURT:Başkanım konuğumuz oldunuz, teşekkür ediyorum öncelikle. Dergimizin formatı gereği daha az ekonomi, daha çok yaşam demek istiyorum.
Önce Jak Eskinazi kimdir?
Jak ESKİNAZİ: 1954 İzmir doğumluyum. Kızım dördüncü kuşak. Dört kuşaktır tekstil ile haşır neşiriz. Baba tarafım Urlalı, ana tarafı tarafı Turgutlu Kasabalı. Egeliyiz. Ben İzmir’de doğdum, büyüdüm. İTÜ’de İnşaat mühendisliği okudum. 5 yıl inşaat mühendisliğinin ardından dede mesleği tekstil’e döndüm, çünkü çok seviyorum.
MK: Neden tekstil üzerine bir eğitim değil de inşaat mühendisliği?
JE: O zamanlar tekstil eğitimi sadece Ege Üniversitesi’nin Alsancak Stadı’nın yanındaki Güzel Sanatlar’ındaydı. Her üniversitenin imtihanı ayrı ayrı yapılıyordu. Tekstil okumak istiyordum ama şanssızlık sonucu iyi bir derece alamayınca tercihim sevdiğim inşaat mühendisliği oldu. Mühim olan mühendislik nosyonu almaktı, çünkü tekstili zaten aileden biliyordum. Yaparken de, çalışırken de teknik olarak ta çok zorlanmadım. Allah rahmet etsin işi bilen dedem yetiştirdi, çok şey öğretti. Çok emeği var üzerimizde. Onun sayesinde bu günlere kadar geldik.
Daha çok konfeksiyonla ilgileniyoruz. Mümkün olduğu kadar maliyeti düşürebilmek, fiyatı tutturabilmek için pamuk alıp, ördürüp, satışa hazır hale getirip yollayıncaya kadar bir mesafe katettik. Şimdi sadece organizasyonunu yapıyor, dikimini bile yapmamaya çalışıyoruz. Türkiye’nin her yerinde, bize bağlı fason atölyelerinde diktiriyoruz. Hem dokuma, hem örme konfeksiyon yapıyoruz. Dünyanın en büyük firmalarının üretim tedarikçisiyiz.
Koordinatör başkan olduktan sonra sürekli buradayım. Sağ olsunlar, işyerindeki üç ortağım idare ediyor işlerimizi. Bir işi yaparken ucundan tutarak değil, hakkını vererek yapmak lazım. En küçüğünden en büyüğüne, Ankara’dan yurt dışındaki sıkıntılarına kadar bütün birimlerinin her konusuyla ilgileniyorum.
Öztüre’lerle beraber kurdumuğuz halka açık, dış ticaret sermaya şirketimiz var, Pergamon biliyorsunuz. Bu bölgenin en büyük dış ticaret şirketi. Yönetim Kurulu Başkanıyım, onu da buradan idare ediyorum.
MK: Bir de konsolosluğunuz var?
JE:Konsolosluğu hasbel kader idare ediyoruz. Çok ağır bir işi yok. Problem olduğunda, ticari veya farklı bir konuda ilgileniyoruz.
MK:İki kelimelik bir soru. Biri pandemi, diğeri ekonomi?
JE: İkisi birbirine çok bağlantılı. Pandemi, sadece bizim ülkemizi değil, tüm dünyayı etkiledi. Bunu hiç kimse tahmin edemedi. Taşlar yerinden oynadı, ticaretin, ekonominin şekli değişti. Ülkemize bakarsak bir müddet her şey durdu, içi piyasa ve ihracat kilitlendi. Yurt dışı kilitlendi, burası kilitlendi, lojistik kilitlendi. Anlayamadığımız, tahmin edemediğimiz bir dünya bulduk karşımızda. Malını üretiyorsun yollayamıyorsun. Gemi problemi, konteyner problemi var. 2 yıl önce konteyner firmaları batıyordu, şu anda konteyner bulunamıyor. İnanamayacağımız bir değişiklik yaşadık dünyada. Şu anda her şey yavaş yavaş normale geliyor ama, gördük ki, sağlık en önemli şey. Sağlık olmadan ne ekonomi oluyor, ne bir şey. Bunun yanında tarımın da olması gerekiyor. Pandemi olursa olsun tarım ekonomisi her zaman devam ediyor. Çünkü insanlar eve kapansa da beslenmek zorundalar. Dünyada, tarımla sağlığın, ekonominin ve dijitalleşmenin mutlaka daha da önemli olduğunu herkes farketti. Eve kapanınca işleri yürütebilmek için, çocuklar eğitim yapabilmek için mutlaka dijitalleştiler. Hepsi önemini kat be kat arttırdı. Zaten, önümüzdeki 10 sene içinde şu anda yapılan işlerin en az yüzde 25’i yapılmayacak, değişecek. Dünya değişecekti, bazı şeyler daha çabuk öne geldi. 2050’ye gelindiğinde çoğu şey değişmiş olacak dünyada. Şu anda yaşardığımız gibi bir dünya olmayacağını tahmin ediyorum. Ama bu pandemi sürecinde çevre anlaşıldı. Bundan sonraki nesillere, dünyayı harcamadan, yıpratmadan, daha iyi bir çevre bırakılması gereği fark edildi. Bunun bilincine varmış olmak bile çok önemli. Yeryüzünün mevcudiyetine değer vermeye, korumaya başladı, kirletmemeye, kirletenlere ceza kesmeye başlandı. Artık farklı bir dünya var önümüzde, çocuklarımıza, torunlarımıza daha iyi bir dünya bırakmaya mecburuz.
MK:Çevre demişken; Rize İkizdere olduğu gibi maden için, taş ocağı açmak için harıl harıl çevre katlediliyor. Görüşleriniz nedir?
JE: Sonuçta yer yüzünde yapılan her işin mutlaka bir zararı olur. Bunu her zaman minimize etmemiz lazım. Onu yıprattığını kazandıracak şeyleri hemen anında yerine getirmemiz lazım. Nedir? Taş ocağı mı açacaksınız? Nereye mi açacaksınız? Mutlaka oranın tabiatını ne kadar etkiliyorsanız fizibilitesini yaparak ona zarar vermeyecek, onun zararlarını karşılayacak yatırımları önceden yapmamız gerekiyor. Ben buraya greyderi sokuyorum, yolu açıyorum olmamalıydı. Liman için lüzum da yoktu İkizdere’deki taş ocağına. Eğer illaki yapılması gerekiyorsa da doğaya zarar vermeden yapılması lazım. Artık, millet bunun bilincine daha çok vardı ve bütün ülke ayağa kalkıyor, 10 tane ağaç için, 20 tane ağaç için. Kaz dağlarının aldığı tepki sonucun da olan şey. Ruhsat iptal edildi ve çok yakın zamanda kesilen ağacın en az iki katı kadar ağaç dikildi başka bir alana. Maden birliğimiz olduğu için biliyoruz. Tabii ki zarar verildi, ama dikilen ağaçlar, oluşan ormanlar var. Örneğin Aydın taraflarında eski bir maden ocağı kapatıldı ve şu anda eskisinden daha yeşil. Bu güzel örnekler ortaya çıktıkça insan da seviniyor. Açık ocak devri bitiyor artık. Açık ocakta maliyet daha düşük ama bitmek zorunda bunlar. Çevreye zarar vermeyen, çevreyi koruyan sistemler yerini alıyor. Bunların yanında geri dönüşüm geldi. İşin bitti diye atma, geri dönüştür... Uşak’ta gerçekleştirilen teknolojiyle örneği giyilen eski pantolon, tişört geri dönüştürülerek t ekrardan sanayi kazandırılıyor. % 20 yenisini de koyarak farklı ürünler üretiliyor. Örneğin, blue jean pantolondan otomobil bagaj içleri yapılıyor. Geri dönüşüm çevreye zarar vermesin tekrar kazandırılsın, tekrar kullanılsın, bunlar da çok önemli...
MK: Mirey Hanımla nasıl tanıştı, nasıl evlendiniz, Jak eskinazi, nasıl bir eş, nasıl bir baba, nasıl bir dededir?
JE:1974 Mirey’le tanıştığımızda ben 20, o ise 15 yaşındaydı. Ablası evlendiği zaman biz çıkmaya başladık, 1976’da nişanlandık, ben üniversiteyi bitirdim, o liseyi. 1979’da nikah kıydık, 80’de evlendik. Bir kızımız, ondan da iki kız çocuk torumum var… Devamlı çalıştığım için kızıma babalık görevimi yerine getiremedim, o da benden hep şikayetçi oldu. Sabahın köründe giderdim, ben geldiğimde o uyumuş olurdu. Mirey hanım ilgilendi. Hatta kızım bir röportajında bunu dile getirdi: “Çok çalışıyordu ve babamı ben göremedim. Hatta annem Pazar günleri babam evdeyken bile annem uyarırdı beni babamın dinlenmesi gerektiği ile ilgili.” Torunlarıma bayılıyorum ama daha az sevebiliyoruz artık. Büyüdüler, okulları var. Gençliğimde kızıma veremediğim sevgiyi torunlarıma vermeye çalışıyorum.
MK: Mutfak la aranız nasıl,
JE: Mutfağı çok severim. İlk evlendiğimizde benim mutfak kültürüm daha fazlaydı. Çünkü 7 -8 sene bekar yaşamış, aç kalmamak adına mutfakta kendimizi geliştirmiştim. Yemeyi de yapmasını da çok severim. Babamla beraber evde üç erkektik. Annem pazar günü kendine tatil verir, “Pazar benim tatil günüm, bu gün mutfak sizin. Ne yapacaksanız yapın” der ve mutfağa girmezdi. Öyle yetiştik. O zamandan da alıştık, yemek yapmayı ve yemek kültürünü. Yemek yaparken etrafı dağıtmam, tertemiz bırakırım.
MK: Eşinize yemek yapar mısınız? Mirey hanımın sevdiği bir yemek var mı?
JE: Mirey’e çok güzel yemek yaparım ve yaptığımı yer. Artık kendini yetiştirdi ve çok iyi yemek yapıyor. Onun da eli de çok iyi.
MK: Urlada deniz, İzmir’de deniz. Deniz için ne dersiniz?
JE:Denizi küçüklüğümden beri çok severim. Ama iş hayatından dolayı denizden yoksun çok uzun bir süre. Millet bayram tatiline giderken ben çalışırdım, çalışmak zorundaydım. 7 yıl önce ilk kez bir deniz taşıtım oldu. Sağolsun Emre (Kızılgüneşler), beni ikna etti ve teknemle o günden sonra tatil yapmaya alıştık. Tekneyi yazlığa tercih ediyorum. Çeşme’deki çocukları görmek istediğimizde hafta arası gidip görüyoruz, Çeşme’yi unuttum desem yeri var.
MK: Boş zamanlarınızı nasıl değerlendiriyorsunuz?
JE: Dostlarla beraberiz. Dostlukları geliştirmeye çalışıyoruz. Zaten sivil toplum kuruluşlarındaki görevlerim o kadar çok ki, ancak yetişebiliyorum. Sağolsun, komşularım ve dostlarım hiç yalnız bırakmıyorlar. Boş zamanlarımızda onlarla beraber planlar yapmaya çalışıyoruz. Onlarla beraber, 7- 8 senedir seyahat ediyorum.
JE: Babam Altınordu’da idarecilik te yaptı. Çocukluğumuzda babamız sayesinde bütün aile gibi Beşiktaşlı olmuştum. Arkadaşlarımızın teşvikiyle Altaylı olduk. Altay’lıyım ama İzmir dışındaki bir takıma karşı, örneğin; Beşiktaş- Göztepe maçında Göztepe’liyiz. Altay birinci lige çıkarsa Altaylı olacağız.
MK:Sanatla aranız?
JE: Sadece seyrederim. Benim vaktim hiç olmadığı gibi yeteneğim de yok. Bir müzik aleti çalamam, sesim de güzel değil ama kızım ve torunlarda sanata karşı müthiş bir merak ve yetenek var. Müzik, resim, tiyatro, hepsinde çok iyiler.
KM: Elinize bir fırça, bir palet versek, önünüze de bir tuval koysak ne çizmek isterdiniz?
JE: Kabiliyetim yok ama, tahmin ediyorum ki mavinin tonlarıyla, yeşilin tonlarını karıştırıp beni mutlu edecek, rahatlıkla bakabileceğim bir doğa çizerdim. Çünkü denizin tonları bana müthiş rahatlık veriyor.
MK: Ticarete atılmak isteyen gençlere ne dersiniz?
JE: Birincisi yılmasınlar. Hayat kolay değil, hele hele bundan sonra daha da zor. Şunu bilsinler ki yenilik her zaman onlara bir istikbal getirecek. Basmakalıp, herkesin yaptığı işleri yapmasınlar, her zaman yeniliğe önem versinler. Yanlarına alacakları, takım kuracağı arkadaşlarını dikkatli seçsin, Ar Ge’ye önem versinler. Yeniliği geliştirmeye önem versinler ama sağlıklarına da dikkat etsinler.
JE KEBABI tarifi:
Yeteri kadar dana ciğer ve aynı oranda kuzu eti küçücük kuşbaşı doğranacak. Soğanın kavrulmasının ardından et eklenerek çevrilecek, kısa bir süre sonra ciğer ve arkasından domates eklenecek. Karabiber, seviyorlarsa kimyon, tuz karıştırarak domatesin bıraktığı suyunu hafif eminceye kadar bol bol karıştırarak servis yapılabilir.