Bir eğitim kampüsü düşünün; öğrencileri tarımı- hayvancılığı bilerek yetişsin, tekne inşa edebilecek eğitime ulaşsın, robotik kodlamaları Airbus yolcu uçağında yapsın, havacılık atölyesinde yer alan iki helikopter ile uçağın kokpit ve simülatörlerindeki eğitimlerin ardından 16 yaşında uçuş sertifikası almaya hak kazansın, kurdukları kooperatif ile ürettiklerini satarak sayısı 50’ ye ulaşan ihtiyaç sahibi okula yılda 100 bin TL yardım dağıtsın…
Bilgi sahibi oldukça beni şok ederken bir o kadar da mutlu eden bu kampüste eğitim adına inanılmaz şeyler oluyor.
Söylenecek söz, anlatılacak öykü çok ama biz sözü uzatmaya gerek yok. Çünkü, köy enstitülerinin eğitim sistemini de anımsatan eğitim kurumları’nın mimarı Oğuzhan Özkaya’ya ile birlikteyiz.
Biz soralım, o da anlatsın Oğuzhan Özkaya’da yaşanan güzellikleri…
OÖ: Açıkçası okulu kurarken; öyle bir okul kuralım ki bizim okulumuza gelen çocuk dışarıdan dersaneye gitmesin, dışarıda özel ders almasın, tek çatı altında liselere geçiş sınavına, üniversite sınavına hazırlansın istemiştik, oturdu, çok ta iyi gidiyor. LGS’lerde üst üste İzmir birincilikleri, gerekse üniversite girişlerindeki derecelerimiz…
Bu başarılı çocukların genlerinde köy enstitüsü sisteminin olduğunu farkettik. Öğrenci değişim programıyla ilgili yurt dışına gittiğimiz yerlerdeki çok iyi tarım, çok iyi meraları ve hayvancılığı gördükten sonra çocukların ilgi ve alakasıyla gelişti ve ortaya çıktı.
Müfredatımıza matematik gibi, bir fen gibi sabit bir tarım ve hayvancılık dersleri koyduk. Biz niye yapmıyoruz? Daha iyisini yaparız hedefiyle başladık ve bu günlere geldik öğrencilerimizle birlikte. Sayısını hatırlayamadığımız kümes hayvanlarımız, küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarımız var. Öğrencilerin kendilerinin besleyip baktığı, kendilerinin ekip biçtiği özel bir alan oluştu. Nesli tükenme tehlikesi içindeki Manda neslini korumak istedik, 6 tane mandamız oldu. 17 kovan arımız var, bal üretiyoruz. Zaten milli eğitimin içersinde var olup uygulanmayan kooperatif sistemini aktif hale getirdik. Çocukların kooperatif aracılığıyla kendilerinin ürettikleri süt, yoğurt, bal, yumurta sebze ve meyveleri Pandemi öncesi 1 yılda satarak 97 Bin TL kazanmışlardı, üzerine 3 bin tl ekledik ve ihtiyaçlı köy okullarına destek verdik, çocuklar ekonomi ile birlikte yardımlaşmayı da öğreniyorlar. Baktık ki atölyelere çocukların ilgi alakası çok yoğun. Lise çocukları olarak genç girişimci şirketleri kurduk. İlkokul- Ortaokul öğrencileri Şu an alanında çok iyi matematikçi, çok iyi fizikçi, çok iyi fen bilgisi olan, öğrenen çocuklar var ve bu çocuklar üretimin de içersindi. Benim çocuklarım çok iyi fizik biliyor, çok iyi matematik biliyor ve gerçek hayatta da başarılı olabilecek başarı, donanım ve kabiliyete sahip.
Köy Enstitüsi atölyeleri diye söylediğimiz tarım ve hayvancılık, tekstil atölyesi, şu anda çekim yaptığımız stüdyo atölyesi, binicilik, robotik kodlama, yazılım, marangozunda aralarında bulunduğu 27 atölyemiz oluştu. Çocuklarımız genlerinde yer alan köy enstitüsü sistemine ilgi alakasıyla bizi buraya kadar taşıdılar. MK: Yanlış anımsamıyorsam 40 meslekli bir şehir projesi vardı sanki, nedir? Nasıl işleyecek?
OÖ: Çocukların ilgi alakaları ile aktif, üretimin içersinde olan 27 atölyelere diğer meslekleri de koyduk. Doktorluk, öğretmenlik, ilk yardım, itfaiye, kendi ehliyetini alsın diye motor bakım, bankacılığında aralarında bulunduğu 40 meslek belirledik. Bunların atölyelerini oluşturduk. Atölyelerin başında başındada profesyonel kişiler var. Örneğin; binicilik- at bakım atölyesinin başında kadrolu binicilik öğretmenimiz var. Öğrenciler bu şehre sadece kendileri giriş yapacak, aileleri girmeyecek. Şehre girerken herkese birer çek vereceğiz. Önce çekini bozduracak harcama yapabilmesi için. Bankacılık başta bu atölyelerde çalışmaya başlayacak. Mesela 20 dakika havacılık kısımına geçti, hava aracı hangara nasıl yanaşır, uçuş kuralları nelerdir, nelere dikkat etmesi gerekiyor, bakımı nasıl olur. pilot arkadaşımız 20 dakikada bunu özetleyecek. Öğrenci 20 dakika orada pilotla beraber çalıştıktan sonra bir o şehre ait bir para alacak. Bu paranın adını kidskoin diye belirledik. Atıyorum, 20 kidskoin. Bu şehri dolaşmaya başlayacak, Uçuşta, maragozda, tekne yapımında, seramik atölyesinde, işte 40 tane meslek içersinde küçük küçük eğitim alırken para kazanmaya da başlayacak. Burada en büyük hedeflerimizden bir tanesi meslekleri daha küçük yaşta tanımış olmaları. Örneğin polis olacak, polisliğin hedefi nedir, nelere dikkat etmesi gerektiğini, bir çok kişinin sağlıklı, mutlu, huzurlu, güvenli bir şekilde yaşayabilmesi için polisliğin ne kadar önemli ve kıymetli olduğunu öğrenecekler. Mesleklerin değerini anlatacağız, 20 yıl sonra bu meslekler yaşayacak mı nelere evrileceğini öğrenecekler. Bu şehir çocukları kendi ayakları üzerinde durmaları, kendi paralarını kazanmayı, meslekleri tanımayı öğretecek. Bir şehirde, mesela burası 65 dönümlük bir yer. Bu öğrenci 65 dönüm içersinde annesi babası olmadan vakit geçirebilmeyi, yeni dostlar, arkadaşlar edinebilmeyi. Yani, İnanın 100 saatlik derse bedel, bir defa o şehre giriş ve çıkışı öğretmiş olacak. Sistemin içerisinde öğrenci kazandığı paraları harcayabilecek. Mesela biz çocuklarımıza harçlık veriyoruz ve sorgusuz sualsiz takır takır harcıyorlar değil mi? Bu sefer harcarken dikkatli olacak. Neden? Çünkü kendi emek harcayarak kazandı. Dolayısıyla emek harcayarak kazandığını harcarken de daha dikkatli olacak. İsterse şehirden çıkarken kalan parasını TL ile değiştirebilecek. Yani bir çok anlamda sayısız kazanımlara sahip olacaklar. İzmir’de çocukların mesleklerin tanıması, kendi ayakları üzerinde durması, gerçek hayatla karşılaşması anlamında çocukların zaman geçireceği fazlaca alan yok. Çocukların da o özgürlüğü de yaşaması isteğiyle bu 40 meslekli şehir planladık. Şu anda Bu şehrin haritasını çizdirdik, paralarını bastıyoruz. İlk etapta bizim kendi anaokulu ve ilkokul çocuklarımızla başlayacağız, sonra İzmir’e, daha sonra ise Ege ve Türkiye’ye açacağız. Şehrin % 95’i bitti. Daha duyurma kısmına gelmemiştik açıkçası ve ilk kez de burada, sizinle bu bu yayında duyuruyoruz. MK:Hocam konuşmanız arasında bir tekne adı geçti. Dediniz ki tekne yapacaklar. Çocuklar niye tekne yapsın? Çocukları getirisi maddi boyutta mı, manevi boyutta mı, eğitimsel, yani bilgisel boyutta mı olacak.
OÖ: Bu atölyelerin hepsinin çok büyük kazanımları var. Bir teknenin üç büyük kazanımı söz konusu. Birincisi Çocuk emek harcamayı görecek. 5 ay boyunca bir teknenin yapımında emek harcayarak sahip olması başka bir değerdir. İkincisi, tekne yapımı; mesela ben fen bilgisi öğretmeniyim. Moment, denge, ağırlık merkezi, bir teknenin yapımında bunlar tamamen matematik ve fen konusu. Otomatikman dersi öğrenmiş olacak. Tekne yapımına başladık ve omurgalarnını yaparken 6,5 metre uzunluğundaki bir omurgaya 25 cm aralıkla, 5 cm kalınlığında kaç eşit omurga yerleştirebiliriz. Buyrun matematik mesela. Çocuk bunu hesaplamayı bilmiyorsa tekneyi denize koyduğunda yan yan gider örneğin. Yani aslında sistem içersinde çocuklar hep sorarlarya: “Hocam Ben bunu nerede kullanacağım? Bakın işte burada kullanıyorsunuz. Tekne yapımında öğrenci direkt dersi de öğrenmiş olmuyor mu? 3. kıymetli kısım ise çocuklar bu tekneyle mal sahibi de oluyor. Öğretmenlerimizle teknede kaç saat çalıştıysa ona göre değerlendirilecek. 5 saat çalışan, 50 saat çalışan, 100 saat çalışan olacak ve o oranda hisse sahibi olacaklar. Daha ana okulunda, belki ilkokul, ortaokul veya lise çağındaki çocuklar bu yaşta bir şeyler üretebilmeyi, ardından da bir ruhsatta isminin geçmesini ve buna sahip olmayı da öğrenmiş olacak.
MK: Ana okuluna büyük önem veriyorsunuz ana okulunda nasıl bir eğitim sistemi var? Masal atölyesi nedir ve nasıl çalışıyor
OÖ: Son iki yıldır bunun üzerine –çok fazla düşüyorum. Ana okuluyla ilgili okuduğum çeşitli kitaplarda anaokulun dünyada 0- 10 yaş, bizim ülkemizde 0- 6 yaş. Özellikle ana okolu 3/6 yaş arasında çok çok önemli ama bir çocuğun mesela zekasının tamamlanması, kişiliğinin oluşması, özgüveni, yani kişilik özelliklerinin büyük bir kısmı 0-10 yaş arasında, özellikle de 0-6 yaş arasında gelişiyor. O zaman çocuklarımızı daha 0-10 yaş, yada 0-6 yaş arasında, yada anaokulunda yetiştirirsek iş bitiyor o zaman. Demekki bu ülkenin geleceği bu yaş grubuna bağlı. Bu yaş grubunda özgüveni olan, girişimci, bir şeyleri üretebilen, korkmayan, özgürce kendi duygularını ifadeleri yapabilen zeki çocuklar yetiştirirsek o zaman ileriye çok daha güçlü adımlarla ilerlemiş oluruz. Ülkemizi gerçekten ayaklarının üzerinde duran geçlerimize emanet etmiş oluruz. O zaman biz burada ne yapalım. O kadar önemliyse benim de bir anaokulum var. Benim de anaokulumda yapılanlar da en iyisi olsun, madem bu kadar kıymetli diye son 2 yıldır efor sarfediyorum. Eşim de olan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısız Gülşah hoca ile evimizde bir gün Almanya’ya, bir gün Finlandiya’ya bağlanıyoruz. Sürekli dünyadaki 0-10 yaşı tarıyoruz ve eğitimler alıyoruz. Artı olarak bunların içersinde bizim kültürümüzle, bizim değerlerimizle örtüşen sistemle ilgili öğretmenimize bu eğitimleri aldırtıyoruz. Şu anda özellikle Orman okulları, özellikle Reggio, bunlar içersinde siteme kattığımız projeler yapıyoruz. İki gün önce ikiz buzağımız doğdu. İki buzağının beslenmesi, bakımı, sağlığını anaokulu öğrencilerimize zimmetledik. Her birinin en az 2,5- 3 litre süt emmeleri gerekiyor. Daha fazla emerse ya da daha az beslenirse ne olur? Bunları anaokulumuz çocukları yapıyor. Besliyorlar. Bir canlıyı onlara emanet etmek, bu canlının bakımını sorumluluğunu emanet etmekle, bir hayvan sevgisi bir sürü kazanımlar ediniyor. Bahsettiğimiz atölyelerimiz var. 27 atölye. Bu atölyelerde çocuklar bir çok kazanımların içersinde oluyorlar. Yani otomatikman anaokulundayken bir çocuk üretimi de öğreniyor, hayvan sevgisini de… Mesele sebze yetiştiriciliği gibi bir proje: Ne zaman, hangi sebzeyi ekmemiz lazım, ne kadar sularız? Neye, ne kadar gübre vermemiz lazım. Bunların hepsi proje bazlı müfredatlar. Yani yıllık planlarının içersinde projeler var ve her projede de bir çok kazanım söz konusu...
Anaokulunun içersindeki masal anlatıcılığı yada Kids Nook Masal istasyonu İzmir temsilcisiyiz, bu çok kıymetli. İçerisinde 3 tane değer taşıyor. 1. Kids Nook masal anlatıcığıyla çocuklarımıza değerlerimizi kazandırıyoruz. Her bir masalın içersinde bir değerimiz var. Ben iç Anadolu Aksaraylıyım. Bizde baba anneye EBE derler. Mesele Soba kenarında amca çocuklarıyla bir araya gelirdik Ebemiz de bize masallar hikayeler anlatırdı. Şimdi anlıyorum ki her birinin içersinde bizim kültürümüzü, değerlerimizi taşıyan mesajlar vardı. Bizde çocuklarımıza bu atölyede o değerlerimizi anlatıyoruz. Mesela bir masalın içersinde hayvan sevgisi var çocuğa kazandırdığımız. Siz istediğiniz kadar kuru kuru, “canlıları sevmemiz lazım, hayvanlarımı korumamız lazım” deyin. Bunu bir masalın, bir hikayenin içerisinde anlatmış olmanız daha kalıcı hale geliyor. Bu masallardaki birinci ve en kıymetli ayak. İkincisi; masallar, kitap okuma, kitaplara dokunma, daha ana okulunda daha kendi kütüphanesini kurma… Benim anaokulumdaki çocuklarımın hepsinin evinde kendi kütüphanesi var, okuma alışkanlığını kazandırıyoruz. 3. kısımda en büyük yaşam becerisidir İzmir Kids Nook Masal İstasyonunda belirlediğimiz. Kendini düzgün ve doğru ifade edebilme…
Kendini düzgün ve doğru ifade eden, ileriki iş hayatında da çok güçlü ilerler. Çünkü bir şirket yönetecek. Onlar kendini ne kadar iyi ifade ederse, ikili diyologlarını ne kadar güçlü olursa, yada bir krizi rahatlıkla çözebiliyorsa, iş hayatı, aile hayatı, eşiyle, çocuklarıyla diyoloğu, kendini iyi ve düzgün ifade edebilme… Yani hayatı kaliteli hale geliyor. Peki, bunu nasıl sağlıyoruz Masal anlatıcılığında veya Kids Nook Masal İstasyonumuzda? Bizim hikayelerimizde söz yok, sadece resimler var. 10 sayfa 12 sayfa. Çocuk resmi açıyor, başlıyor yorumlamaya. Kendi fikirlerini, düşüncelerini söylüyor. Birinin yazısını okumuyor, birinin kalıplaşmış sözlerini söylemiyor. Özgürce kendi fikirlerini, kendi duygularını paylaşıyor. Orada kendini düzgün ifade edebilme kısmını çocuklara kazandırmaya çalışıyoruz. Öğretmenlerimizde onları yönlendiriyor hikaye içersinde fikrini söylerken. Hani buna değinebilir miyiz kısmında. Öğrenci de ne yapıyor? Kendi duygu ve düşüncelerini özgürce söyleyebiliyor. Bu da bence çok çok önemli… Yani anaokulu bir ülkenin geleceğindeki en önemli ayak. Biz de anakolumuzda bunu en iyi,. En gülü şekilde yapıyoruz..
MK: Eğitim kurumlarınızdaki ikinci diploma ile ilgili bize bilgi verir misiniz SAT ve AP Programları konusunda ayrıntılı bilgi rica edebilir miyiz?
OÖ: Aslında bu sistem; belki yıllar önce eski köy enstitüsü sitemi, yada şu andaki bizim uyguladığımız sistem. Köy enstitüsü sitemiyle çok çok örtüşüyor. Çok iyi fizikçi, çok iyi kimyacı, çok iyi matematikçi ama gerçek hayatta başarısız. Amerikada, Kanada’da, İngiltere’de 60- 70 yıl önce bunun üzerinde bir çalışma yapılmış. Öyle bir program olsun ki hem çok iyi, fizik, kimya, matematik bilsin ama gerçek hayatta da çok başarılı olsun diye bir müfredat yazılıyor ve biraz önce dediğim gibi al sana Köy Enstitüleri sistemi. Yani yaşayarak, yaparak, daha ilkokuldayken, ortaokuldayken, lisedeyken öğrenerek yetişiyor. Mesela biz genç girişimci şirketleri kuruyoruz. Çocuk batıyor, çıkıyor, fizibilite çalışmasını öğreniyor, iflas etmeyi, pazarlamayı öğreniyor ve gerçek hayata geçtiğinde de benzer hatalara düşmüyor. Eğitim programı içersinden dünya liderlerinin görüşlerini tartışıyorlar; Dünya lideri burda doğru karar vermiş, burda yanlış karar vermiş. Bilim adamlarının görüşlerini tartışıyorlar ve dersler tamamen İngilizce. Çok iyi bir dil eğitimi de almış oluyor öğrencilerimiz. Yani çocuk hem matematiği çok iyi biliyor, hem de gerçek hayatta neyi ne yapabileceğini çok iyi biliyor ve başarılı olabiliyor. Program çok ayrıntılı. Bunun içersinde sosyal sorumluluk projleri; bunun içersinde bir bilimsel projeler var, tez bitirme var. Bunların hepsini yaptığında bu diploma çocuğa hem kişi olarak bir donanım kazandırıyor. Hem de bu diplomaya sahip olan çocukları dünyadaki binlerce üniversite sınavsız alınıyor. “Bu diplomaya sahipse bu çocuk donanımlı yetişmiştir. Biz bu öğrencileri burslu alalım” deniyor ve sonuç ta bir sürü kapı açılıyor. Bizim ülkemizdeki üniversiteler bunu yapıyor. Hatta YÖK bile devlet üniversiteleri içersindeki kaliteyi yüksek tutmak hedefiyle AT diplomasına sahip olan çocukları sınavsız almak için kontenjan açıyor. Bu ve buna benzer çalışmalar var. Bu sistem çocukları hem kişi olarak yetiştirirken, hem de üniversitelere geçişte çok güçlü kılıyor. Benim 10. sınıfta öğrencilerim var. Bir çok üniversite, aldıkları eğitim ve başarısının isbatı olan derecelerinden dolayı “Bu öğrencleri biz okutabiliriz” diye mail atıyorlar. Çocuk, sahip olduğu özgüven nedeniyle daha daha çok peşine düşüyor, dünya literatürlerini tarıyor. Ciddi bir katkı sağlıyor.
SAT sınavı ise Amerika’nın yaptığı üniversite sınavı. Biz burada sınav merkeziyiz. Amerika’dan kilitli kasalarla buraya geliyor, son anda şifreyi mail atıyorlar, açıyor ve çocuklara disiplinli bir şekilde bu sınavı uyguluyoruz. Bu sınava girip belli bir başarı elde eden öğrencilerde ülkemizdeki üniversitelere de dünyadaki üniversitelere de rahatlıkla geçiş oluyor. Zaten SAT sınavı AP programınıda destekleyen bir sistem. Yani dünyadaki üniversite sınavını biz bu okulda, öğrencilerimize sunuyoruz. MK: Pandemi öncesi 54 ülkede İzmir’in tanıtımını yaparak Türkiye’nin adını duyurdunuz Avrupa birliği destekli projeler ve Uluslararası bilim çalışmalarınızdan bahseder misiniz
OÖ: Çocuklar dünyanı tanısınlar, dünyayı görsünler, dünya vatandaşı olsunlar, ülkelerine de bilinçli hizmet etsinler hedefimiz bu. Bununla ilgili AB Projlere var. Türkiyenin yüzölçümü büyük olduğu için de fonu da çok fazla ama çok fazla faydalanan yok maalesef. Mesela bizim yılda yaptığımız proje sayısı bizim ülkemiz İtalya’nın 10 da biri kadar. Bir şey üretmiyor, projeler içersinde olmuyoruz. Bu çok üzücü. Öğrencilerimle, öğretmenlerimle beraber “biz niye bu fondan faydanlanmayalım” diye çıktık ve 18 projemiz onay aldı. AB Geçen sene bizim hesabımıza 300 bin Euro yatırdı. Biz de şu anda çocuklarımızla dünyayı dolaşıyor, dünyadan da kişileri burada misafir ediyoruz. Dünyadan gelen kişilerye de öğrencilerimiz ilgileniyor. Dünyadan arkadaşları oluyor. Ülkeyi de iyi tanısınlar, düzgün tanısınlar diye gelen kişilerle kendimde özel ilgileniyorum. Bizim ülkemiz cennet gibi inanın gelince çok çok seviyorlar, misafirperverliğimizi, cennet gibi ülkemizi görüyor ve mutlu bir şekilde gidiyorlar. Hem dünyamızı tanıtıyoruz, hem dünyadan birçok kişiyle dostluklar arkadaşlıklar ediniyoruz. Hem de öğrencilemiz bütün dünyayı tanımış oluyorlar. Bunu çok önemsiyorum. Yani öğrencilerimiz dünyada neler oluyor kısmını bu şekilde yaşamış oluyorlar.
MK: Tekstil atölyenizi öğrencilerinizin kendi formalarına kadar diktiklerini biliyoruz maske üretimi konusunda da İzmir’de Pandemi boyunca örnek bir çalışma sergilediniz Açar mısınız?
OÖ: Mesela çocuklarla derslerde bir çok şeyde aramız mükemmel ama kıyafetlerle ilgili sorunlar oluyordu. Kimisi kıyafetin kumaşını beğenmiyor, kimisi modelini… Baktım ki kıyafetten dolayı çocuklarla aramız açılıyor, keyfimiz kaçıyor. “Var mısınız? bunu kendimiz yapalım” dedim ve gelen tepkiler sonucu kumaşından, çizimine, dikimine, modeline varana kadar çocuklara bıraktım. Çocuklara artık şaşırıyorum. 1 tekstil öğretmenimle 2500 kişilik okulun ceketimizi, pantolonumuzu, önlüklerimizi, öğretmen önlüklerini, yani bütün kıyafetleri kendimiz dikmeye başladık. Düşünün Pandemi’de 10 binlerce maske üretip ücretsiz dağıttık. Vali, belediyle başkanı, kaymakam aradı gönderdik. Yaşlı bir teyze aradı 5 tane kargoladık, 2 tane, 1000 tane istendi dağıttık. En son bir milletvekiline şunu söyledim: “Bu maske krizi devam ederse benim çocuklarımın evine birer küçük bir dikiş nakış makinası koyun, hepsi maske dikebilecek kabiliyette. Böyle bir görevi üstleniriz.”
Bir kriz anında, dünyayla bağlarımız kopardığımız anda sistemimiz içersinde kendi ayağımızın üzerinde durabileceğimizi farkettik. Pandemi döneminde bunu yaşadık.
40 meslekli şehrimizin bütün kıyafetlerinide kendimiz dikiyoruz. Kendi istediğimiz gibi. Çizim yapıyorlar, defile yapıyor, bir top kumaştan kaç takım eşofman, bir top kumaştan kaç tane tişört çıkar bunun fizibilite çalışmasını yapıyorlar. 2500 öğrencinin kıyafetini dikmek demek, beden aralıklarını ayarlamak demek. Hepsini eşit bedende dikerseniz beden farkından dolayı israf olur, büyük çoğunluğu elinizde kalır. Çocuklar bunları yapıyorlar. Kaç bedene ağırlık vermemiz lazım, Bunların hepsi gerçek hayatta benzer durumlara geldiğinde öngörebilmelerini sağlıyor. Her alanda yetişmiş olmaları sağlıyor… MK: Bu okulun büyüsü nedir hocam? Ailelerin o z kuldan evlerine gitmek istemeyen çocuklarının mutlu bir eğitim alması için kendilerinden fedakarlık ederek evlerini Okul civarına taşıdıklarını duyuyorum.
OÖ: Bende Fen bilgisi öğretmeniyim. İnanın o kadar çok öğrencimden: “hocam bu okul benim bütün hayallerimi gerçekleştiriyor” sözünü duydum ki… Evet, severek, hatta koşa koşa geliyorlar ve evlerine gitmek istemiyorlar. Bir çok velimiz okul çevresine taşındı. Burası da Ormanda, derenin kenarında. Havadar olarak güzel bir yer. Zaten 65 dönümün içerisindeyiz. Buradaki atölyelerin hepsi çocukların ilgi ve alakasından ortaya çıktı. Mesela Bahçedeki uçak bir öğrencinin fikri. İki helikopterimiz var bir öğrencinin fikri.
MK: Sahi hocam o uçak buraya nasıl geldi?
OÖ: O, uçak o kodar güzel söylemlere neden oluyor ki inanamazsınız. Geçenlerde Elektrik idaresinden sayaçları okumak için gelen iki kişinin konuşmalarına kulak misafiri oldum. Bir tanesi, “önceden uçak varmış, sonradan okulu kurmuşlar” diyor. Ben burayı sıfırdan aldığımızda video çekerek öğrencilerle paylaştım. “Okulu buraya kuracak ve yerleşeceğiz. Siz eğitim göreceksiniz, ne istersiniz” diye sordum. Uçağında içinde yer aldığı harika fikirler çıktı. Bir öğrencimin bahçeye bir uçak koyma fikrini sunması çok hoşuma gitti. Araştırıp bulması için görevi de ona verdim ve ne oldu biliyor musunuz? Benim akıl küpü çocuğum araştırmasında A310 Airbus yolcu uçağını buluyor. THY ile iletişime geçiyor, THY aracılığıyla uçağı söküp, taşıyıp burada kuracak ekibi hazırlamış. Uçağı satın aldım, 4 katı maliyetle söküldü, 15 tırla taşındı ve burada kuruldu. Yaşanan macerayı düşünsenize: Uçağı çıkarabilmek için THY‘nın kapılarını kırdık, güç bela çıkardık, yolları kapattık… Öğrencimizin fikrini önemsedik saygı duyduk. Bir öğrencinin fikri bizi bütün dünyaya da tanıttı. Ben de çocukların sayesinde pilot ta oldum. 1 yıl önce lisansımı aldım. Havacılık başka bir şey. Çocuklarla birlikte benim de tutkum oldu. Başkanı benim olduğum ve 30 üyeden oluşan bir kulübümüz de var. Şunu gördüm; Ankara’da pilotluk sınava girdim. 100 üzerinden 98 puan aldım. Çokta hazırlanmadım ama bana sordukları sorular benim alanım. Bir hava aracının, helikopterin havalanması, tamamen fizik konuları. Yani kaldırma kuvveti, denge, basınç, enerji. Coğrafya da konumlar devreye giriyor.
Bu bu kadar kıymetliyse hem çocuklara ders anlatmada da hem de pilot olma konusunda yol gösterici. Düşünsenize bir pilot bir doktorun 3 katı maaş alıyor. Çocukların sayesinde bir pilot çevrem oldu, arkadaşlarım oldu. Hepsi düzgün insanlar. Helikopteri uçurmadan yarım saat önce gidip bir Checklist (Ön Tehlike Analizi) yapıyorsun. Araba kullanırken bile artık daha çok hassasım. Önceden çalıştırıp gidiyorduk.
Benim çocuklarım, öğrencilerim neden kaliteli şeylerle karşılaşmasın diye okulumuza bir hangar kurduk, pist yaptık. Okulumuzda hava alanımız, 2 tane helikopterimiz var. Çocuklarımızla hem öğreniyoruz hem de uçuyorum. Geçtiğimiz günlerde 2 saat 10 dakikada İstanbul’a gittim. Bu, bana da inanılmaz avantaj sağlamaya başladı. MK: İzmir yüksek teknoloji Enstütüsü ile AR-GE konusunda işbirliği yapıyorsunuz öğrencilerinize ne gibi faydası var. Öğrenciler bu laboratuvarlarda neler üretiyorlar.
OÖ: Bir protokolümüz var. EÜ, DEÜ laboratuvarlarını kullandık ama İYTE bize yakın üniversite. 44 dünya derecesi yaptık. Bu çok kıymetli, Çinde, İtalya’da, Brezilyada, 8 proje içersinde dünya birincisi olduk. Çocuklar üniversite laboratuvarında bir fikri varsa onu gerçekleştiyor. Bir buluşu bütün ülkenin geleceğini değiştirebilir, bütün insanlığa hizmet edebilir. Bu anlamda çok kıymetli. Daha İlkokuldayken, lisedeyken üniversitenin laboratuvarını kullanıyorlar. Üniversitenin profösörü ile çalışıyorlar. Buda ayrı bir kazanım sağlıyor çocuklara. Bu güne kadar bir çok üniversiteden daha fazla patent almışızdır. Mesela şu an okulumuzda araba üreten öğrencimiz var. Tekne üretiyoruz. İnsansız hava aracı yapıyoruz. Dikey iniş kalkış yapabilen roket üretiyoruz. Bunu üst seviyede, yani üniversite labortatuvarını kullanarak projelerini geliştirebiliyorlar. 17 dal var eğitimde. 17 proföser ayrıca bizim okulumuzda da derslere giriyor hem meslek tanıtımı söz konusu hem de çocukların fikri varsa bu laboratuvarlarlarda bu fikirlerini, hayallerini gerçekleştiriyor. Öğrencinin; “İşte bu okul benim hayallerimi gerçekleştiriyor” dediği kısım bu. Biz çocuklara soruyoruz: bir hayaliniz varsa biz bu hayalinizi gerçekleştirebiliriz. İmkansız diye diye bir şey söylerlerse inanmayın, biz okulun bahçesine uçak indiriyoruz. İmkansız diye hiç bir şey yok, İşin peşine düşmemek, vazgeçmek var. Vazgeçmediğimiz sürece hayalimizde olan bir şeyi gerçekleştirmeme gibi bir şansımız yok…
MK: Sanki sokak oyunlarına benzer çizgiler vs gördüm. Açar mısınız?
OÖ: Ben mesela sokakta büyüdüm. Geçenlerde Akşam ezanı okunuyordu O kadar çok duygulandım ki. Akşam ezanı bizim kuşağımızda eve gir demek ti. Şimdiki çocuklar hep evde, sokağı unuttular. Biz okulumuzda 2 bina arasını sokak oyunlarına tahsis ettik. Adeta Sokak yaptık. Orada çocukları serbest bırakıyoruz. Bu bir ders ama biz çocuklara karışmıyoruz. Öğretmenimiz 10- 12 Öğrenciyi alıp götüyor sokağa bırakıyor. Diyor ki, Mahalledeki çocuklar, arkadaşlarınızla berabersiniz, oyun kurun, sek sek, yakan top, Çanak çömlek patladı yada ilk sekme olsun oynuyorlar. Kim lider olacak, kim dışlanacak, kim girecek? Her şeyi görüp yaşıyor. Kendi içlerinde kendi oyunlarını kurabilecekleri, kendilerini birlik oluşturabilecek, o takım ruhunu yaşayacağı sistemi yaşatmak istiyorum. Onun için bizde sokak oyunları diye ayrı bir ders var. MK: Çağımızın belası Pandemiyle Akıllı tahtaların başına bir şeyler gelenleri sizden dinleyelim mi?
OÖ: Evet, akıllı tahtaların başına çok iş geldi.Perşembe bu olay patlak verdi. Cuma günü tüm ekiple bir toplantı yaptık. Pazartesi okullar online’yle geçecek. 500 öğretmeniz biz, Öğretmenlerime şunu söyledim. Arkadaşlar ne istiyorsanız söyleyin. Pazartesi çocuklarımızı boş bırakmayalım. Sabahtan kalksınlar, sizleri, arkadaşlarını görsün, dersin başın geçsinler, hani o şu anki dünya kaygısını, bu pandemi kaygısını üstlerinden atsınlar kısmını konuştuk. Öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu tahtalara vakıflar. Cumartesi Pazar öğretmenlerin evlerine 80 tane dev ekran akıllı tahta yerleştirdik, daha sonra devamını getirdik. Yani Akıllı tahtalar pandemi döneminde okulla ev arasında gitti geldi. Öğretmenlerimizin ilgi ve alakası, ekibin seferber olmasıyla öğrencilerimiz desten olmadı. İsteyen öğretmene tablet, İsteyene akıllı tahta vererek çocuklarımızı yalnız bırakmadık. Hatta geçenlerde Bilgisayarlardan sorumlu arkadaşımız Türkiye genelinde verilen online eğitim ile bizim verdiğimiz online eğitimi karşılaştırdığında Türkiyenin yüzde 5’ni kapsıyor. Her ay en düşük 41 bin online ders vermişiz.